30 Temmuz 2014 Çarşamba

We belong



Being Erica adlı diziyi izliyorum ve onca mantıksızlığının yanında, mantıklı yanları da var, çok mutlu eden mantıklı yanları. Gülümseyerek kuruyorum bu cümleleri. Kalbim hızlı atıyor. O kadar doğruydu ki 6. bölümün sonu.
Geçmişe gidip yaptığın bir şeyi değiştirmek, her zaman o olayın akışını istediğin yöne çeviremiyor, eğer olması gerekiyorsa, yine oluyor.
Ve doğru şeyi yapmak belki de sonucu değiştirmiyor ama dünyadaki her şeyi değiştiriyor.
Bu cümleyi kurarken kalbim ağrıyor, çok anlamlı ah her şeyin anlamı.
Ben böyle dizileri seviyorum, bana doğruyu gösteren dizileri. Bir gün olur da doğruyu seçerim diye.

Bu arada Being Erica izlemenin en zor olduğu dizilerden biri. Online dizi izlenen sitelerde bulunmuyor, hd kalitede zaten yok, ancak indirebildim ve altyazısı da yok. Türkçe altyazısı yok hadi tamam, ingilizce olanı da uymuyor benim indirdiğime.
Ama böylece çok hoşuma giden bir şey öğrendim. Ben altyazısız da dizi izleyebiliyormuşum! *-*
Bazen esprileri kaçırdığım oluyor tabii ama genel çerçevede bir şey kaçırmıyorum ve bu çok güçlü hissettiriyor. Altyazıya ihtiyacım yok. :)
Tabii bu sadece Being Erica ve onun seviyesindeki dizilerde geçerli. Sherlock, Doctor Who gibi dizilerde kesinlikle altyazıya ihtiyacım var. Çünkü bu dizilerde türkçesi yazılmasa kesinlikle bilemeyeceğim terimler kullanılıyor, Sherlock ingilizcesi zaten ayrı bir mevzu..
Ah bir de Hannibal dizisinin dili! Onu denedim altyazısız ama olmadı.
Bir de bu söylediğim 3 dizi benim için inanılmaz derecede önemli olduğu için kesinlikle ayrıntı kaçırmamaya çalışıyorum, daha iyi anlamak için durdurup geri sarıyorum. O yüzden altyazısız yapamıyor olabilirim. Ama altyazı çok büyük bir yük, ben izlerken bir gözüm altyazıda olduğu için doğru düzgün izleyemiyormuşum aslında dizileri. Altyazısız izleyince anladım. :)

Hiç kimse sorunsuz değildir sanırım, bilmiyorum. Önce diyecektim ki tamamen kusursuz karakterlerle kendimi bağdaştıramıyorum, o yüzden Erica'yı çok sevdim, kendime yakın buldum. Ama tamamen kusursuz kim olabilir?
Serena van der Woodsen olabilir mesela benim gözümde. Ben kıskanç bir insanım, dizide bile çekemem böyle tipleri. Gerçi Serena'yı severim ben, ilk aklıma gelen örnek o olduğu için söyledim. Kitaplığımda 10 tane civarı dedikoducu kız kitabı var, kim beni d&r'a tek başıma gönderdi?!!
Küçükken aldım tabii, şimdi okumak istemiyorum..

Biraz da dizinin mantıksız yanlarından bahsetmek istiyorum. Bir kere, Erica çok güzel bir kadın. Ne kadar nefret etsem de,kabul etmek istesem de, güzellik, sex sells! Bu kızı neden kimse istemiyor?
Çok da parlak bir öğrencilik hayatı olmuş.
Daha sonra, bu güzel kızımız kendi geçmişine gidip "hata"larını düzeltmeye çalışıyor ama sonuçları genelde değişmiyor. Yani, kelebek etkisi, hayatındaki her şeyin değişmesi gerektiği gerçeğine ne oluyor? Sanırım senaristimiz bunlara pek inanmıyor, belki başka bir şeye inanıyor, kadere?
Erica geçmişini ne kadar değiştirirse değiştirsin gelecekteki yeri ufacık değişiyor, bazen değişmiyor..
Bir de olayın paradox boyutu var.. Paradoxu kelimelerle anlatmak çok zor! Orda, ben anlıyorum, biliyorum mantıksız olduğunu ama kelimeleri dökülmüyor, döküldüğünde anlamsız oluyor.
Bir daha deneyelim..
Şimdi bir Erica var. Bir şey yapıyor. Gelecekte bu yaptığı şeyden pişman oluyor ve Dr. Tom aracılığıyla dönüp onu düzeltiyor. Böylece o şey hiç yaşanmamış oluyor. Peki Erica geçmişinde o şeyi hiç yapmadıysa ve gelecekte pişman olmayacaksa, nasıl gelip düzeltecek? Anlatamadım değil mi, yine çok anlamsız oldu. That's the thing about time traveling! Doctor Who izlerken de bu tarz mantıksızlıklarla karşılaşıyorum. Zamanda yolculukla ilgili çoğu şeyde oluyor bu, olmak zorunda zaten. :) Yukarıdaki gifi görünce aklıma geldi bu paradox olayı.

Dizinin Kanada'da geçmesi de ayrı hoşuma gidiyor. Kanada'yı seviyorum, ordan çok sevdiğim insan var. Bir insanın yetişmesi için en güzel yerlerden biri gibi geliyor bana, insanın akıl sağlığına en iyi gelen yerlerden. O yerlerin arasında kesinlikle Türkiye yok. Her gün ayrı bir dert, işkence bu ülkede. Kendi ülkemden böyle bahsediyor olmak istemezdim ama doğruları kabul etmemiz gerek.


 Hayatımda bazı şeyleri kabulleniyorum, olacak bir şeyin olmasını bekleyip endişenmek, onu yaşamaktan daha kötü sanırım. Ya da o endişeyle kendimi çok hazırladığım, telkin ettiğim için daha hafif geçiyor. Tadını çıkarıyorum. Müzik hep yardım ediyor. Aşağıya koyduğum müzik bugün çok yardım ediyor.

Bu blogu yazarken ufacık zorlanıyorum, bunun sebebi de her şeyi ingilizce düşünmem. Zihnim ingilizce düşünüyor. Kuracağım cümleler önce ingilizce oluşup sonra türkçeye dönüyor. Yazarken de içimde çok büyük bir ingilizce yazma isteği doğuyor. Çünkü çoğu zaman ingilizce kurduğum cümleyi türkçe karşılayamıyor. I fail on my own language. Mesela bunu ingilizce düşündüm ve çeviremedim. Çevirilemeyecek bir cümle değil ama türkçesini söylemek istemedim, kulağıma hoş gelmedi. Evet bu bir dil yozlaşmasıdır. Umarım sizin başınıza gelmez, anadilimi kaybediyorum lan!

We belong to us.. And I belong to you..

Biri bana çok iyi bir psikolog ve yazar olacağımı söylemişti. Her zaman bana, beni en mutlu edecek şeyleri söyler. Eğer okuyorsan bunu da, seni çok çok ÇOOOOK seviyorum! Bir de sürekli özlüyorum şapşal.

Hiç yorum yok: