25 Şubat 2014 Salı

Lady, where has your love gone?



3. paragrafta spoiler var, ona göre. :)

Bir arkadaşım bana, neden my mad fat diary'i çok sevdiğimi sormuştu. O zaman cevap verememiştim. Ya da doğru cevabı bulamadığım için başka bir şeyler gevelemiştim, hatırlamıyorum. Ama biraz önce duş alırken neden sevdiğimi anladım. Bazen, geçmişten saçmasapan konuşmalar kulağıma geliyor ve tekrar düşünüyorum. Bazılarının cevabı bulunmuş oluyor, bazılarıyla başka bir duş vaktine kalıyor. Gariptir, duşta her zaman bloga da yazmak istediğim şeyler düşünüyorum. Maddesel olarak temizlenirken, aklımdaki tortular da onlara tutunup gidiyormuş gibi hissediyorum. Bulduğum cevaba geleceğim ama sadece müzik güzel, konuşmak güzel.
Şimdiye kadar ki tecrübelerimden, izlediğim ya da okuduğum bir şeylerden sevdiklerimin ortak bir paydada buluştuğunu söyleyebilirim. Bana hissettirmeleri. 
Ben my mad fat diary'i izlerken, Rea'yi hissediyorum. Buraya, mutlaka siz de izlemelisiniz, herkes izlemeli, ölmeden önce izlenmeliler listenizde yer almalı diyemem. Çünkü Rea'i tanımıyor olabilirsiniz. Ben yaşadığı herhangi bir şeydeki yüz ifadesini tanıyorum. Ben Rea'i tanıyorum. Öylesine tanıyorum ki, yaşadıkları çoğu zaman bana çarpıp parçalara ayırıyor ve gidiyor. Ben aslında Rea'yim ve Tix ölüyor. Rea bana her şeyi hissettiyor. Çoğu zaman acıyı hissediyorum ama bu da bir his, değil mi? . Ben sevdiğim şeyleri, hislerimle seçiyorum. Ve hislerimle bırakıyorum.
Ne zaman bunu istemeye başladığımı bile hatırlamıyorum, uzun yıllardır hayatımın bir şekilde kaydedilmesini ,her ayrıntısıyla, ve bunu izleyebilmeyi diliyorum. Diliyorum çünkü gerçekçi bir his değil. My mad fat diary, bana hayatımın kayda alınmış hali gibi geliyor.
Tek eksiğim, orda her zaman bir Tix olmuyordu. Şimdi Rea'in de yok. Ve bu bana aynı darbenin kaçıncı çarpışı olacak bilmiyorum ama vücudumda kendine yer açtığına eminim. Ama ne demiş Alex the badass, let's go down, down, low down. Ben de öyle yapıyorum. 


19 Şubat 2014 Çarşamba

Wasted again

Biraz önce biriyle karşılaştım. Bana yüz metre uzakta hayatını geçirmiş, tanımadığım biri. Hoşgeldin dedim. Elimde yeni aldığım dermo kozmetik ürünlerle dolu poşet, diğer elinde zevkle yediğim bardak mısır, yeni aldığım gereksiz büyük telefon. Onun elinde ufalanmış kelimeler vardı, fısıltılar. Az sonra ağlayacağım inceliğinde, süzülerek düşmeye hazır harfler, yasaklar, dayatmalar. Yüzünde bütün kısıtlamaları gördüm, sırf onun annesi farklı, benim ki farklı diye farklı gelişen hayatlarımızı. Üstünü örtüp kapatmıştı ama kapıdan girdiğindeki hıçkırığını duydum. Şaşırdım önce. Bunlar benden habersiz, 100 metre uzağımda nasıl gelişti onu merak ettim. Hayatta ne çok şey kaçırdığım yüzüme çarptı. Bir de ne kadar memnuniyetsiz ve şımarık oluşum. Böylesine insanların hayatına sadece sinir bozuculuk kattığım bir günden sonra, yüzüme çapran bu gerçekler beni sarstı. Hayır bu birazdan gidip telefonumda her şeyi unutup zaman harcamayacağım anlamına gelmiyor ama bir daha bugünün yaşanmayacağı anlamına geliyor. Hala davranışlarımı oturtabilmiş olduğumu düşünmüyorum ama oturtmaya çalışıyorum. Neyi neden yaptığımızı bilmeden yapmaya bu denli alışmış olmamız çok acı. Ama yine de ben bugün yeni şeyler gördüm. Biraz daha değiştim. Bakış açım biraz daha net. Zamanım hep biraz daha az. O yüzden bu yazı yıllar sonra geliyor, zamanım hep az. Zamanım hep boşa harcanmış..