27 Mayıs 2013 Pazartesi

Papa Papa Papa Papa Papa Papa



Ben diyorum ki, her insan birbirini taklit eden benzer ruhlar aslında. Her yerde izlerini görüp de anlamadığımız gerçek buydu ya zaten. Mesela ben onun benim yaşımdayken yaptıklarını yapıyorum, o yaparken onu anlamıyorum. Biz aslında asla birbirimizi anlamıyoruz. Hep geriden takip ediyoruz birbirimizi, asla buluşamıyoruz. Hep sözler veriyoruz ona, buna, kendimize. Benim sözlerim asla gerçekleşmiyor. İzliyorum söylediklerini yapan insanları, sonra diyorum ki boşver. Sen busun, kabullen. Kabullenme diyor içimden bir ses, değişebilirsin. Diyorum ki ben de, değişiyorum zaten. Her zaman daha kötü yönde olmak üzere. Kime göre kötü? Hayatım boyunca bildiğim, bileceğim her kötü tanıma göre kötü. Yaşayıp, yaşayabilecek en mutlu an. Sahip olduğum ve olabileceğim her şey. Şimdi o da sisli bir karanlığa bürünüp ayın arkasında kayboluyor. Biliyorum o da ayı çok seviyor ama herkes gider diyor bana. Herkes bir gün gider. Ben sana asla gitmeyeceğim demedim zaten. İlk ben gideceğim. Hep ben gideceğim.
Çünkü ben hep onun gidişini göreceğim.
Gözlerimi kapatıp, kulaklarımı tıkıyorum. Pencerenin önüne oturmuş, demir parmaklıklardan içeri süzülüp üzerime akmaya çalışan rüzgarı istiyorum. Ama ne rüzgar geliyor, ne onun sesini duymamak için taktığım kulaklık beni onun güzel kahkasından mahrum bırakıyor.
Ama ben yine de seviyorum onun kahkahasını ve verdiği acıyı.
İçiyorum onun bana verdiği acıyı ve kan kusuyorum paslanmış parmaklıklarıma. Onlar beni anlıyorlar ama onların çığlıkları da benimkiler gibi duyulmaz, dilsiz.
Ben dilsizim ve söyleyecek sözlerim yok. Elimi çekiyorum çünkü sana dokunmayı kaldıracak gücüm de yok.
Yazamıyorum çünkü açıklamaya gözyaşlarım yok.
Ve bu dünya çok amaçsız. Sadece ay ve ben olalım isterdim gezegende bir parlayan bir sönük. Ben ne kadar sönüyorsam o kadar parlayacak gökyüzünde hüzünle biliyorum. 
Bir de seni özlüyorum.
Aptalın biriyim.


20 Mayıs 2013 Pazartesi

Bloglovin

Duyuru duyuru duyuruuuu!
Arkadaşlar haberiniz var mı bilmiyorum ancak Google Reader Mayıs sonunda kapanıyormuş. 
Google Reader denen şey,RSS beslemeleri pratik bir şekilde takip edebilmek için Google tarafından oluşturulmuş web tabanlı bir uygulamadır. 
Yani kapandığı zaman, blogları takip ettiğiniz sistem gideceği için, takip ettiğiniz bloglarda gidecektir şeklinde anladım ben.
Bu durumu öğrenen biz bloggerların, buraya yıllarını veren insanlarında bir telaşla buna alternatif siteler arayışına girmesi de kaçınılmazdı. Bu sitede şöyle ki; 
Bloglovin diye bir siteye üye oluyorsunuz ve ordan istediğiniz blogları takip ediyorsunuz, böyle de burdaki takip etme sisteminize ordan devam edebiliyorsunuz. Uzun lafın kısası, ben de orayı açtım ve google reader kapandığı zaman takipte kalmak isteyenler aşağıya buyursunlar. Resme tıkladığınızda benim bloglovin' sayfama yönlerdirileceksiniz, üye olduktan sonra follow butonundan takip edebilirsiniz.
Şimdiye kadar takip eden, yorum atan, yanımda olan herkese de teşekkür etmeden olmaz tabi ki, çok çok çooook teşekkür ederim!

Umarım bu karar geri alınır da bu sistem elimizden alınmaz, ne diyebilirim ki.
Ne çok seviyorum şu blogu..
Her neyse, sevgiler!




19 Mayıs 2013 Pazar

love will tear us apart



Çünkü, sahip olduğum her şey beni sahip olamayacaklarıma götürdü.
Çünkü, aşk bizi ayıracak. Her zaman birleştiğimizi zannedeceğiz.
Bir bütün olduğumuzu sanacağız.
Asla bir bütün olamayız.
Çünkü
Ölümde yaşam var.
Ölümde sevgi var.
Ölümde her şey var.
Şu eksik parça, ruh eşini bulma hikayelerine çok inandım.
Belki de, Ryan'la benim ruh eşim karanlıktır.
Ölümün kokusu ve çürümüşlüğün tadı.
Edgar'ın kelimeleri ve keskin uçlarının açtığı yaralar.
Ben ve benim açtığım yaralar.
Çünkü sevgilim, aşk bizi ayıracak.

16 Mayıs 2013 Perşembe

fall apart


Başka bloga yazmak gibi saçma şeyler falan yapmaya çalıştım ama olmadı. Ordaki yazılarda gitsin istemedim. Buraya alıyorum. 

Hold your breath and count to 10.
Fall apart and start again.
FALL APART--

Like the pierrot the clown
Leave me bleeding on the bed.
As the bruises turn the yellow
The swelling goes down..

Çünkü Allah'ım placebo'yu o kadar seviyorum ki.
Bu adamın sesindeki hüznü nasıl duyamazsınız, insanlar?
Biliyor musun, her zaman sana senin beğeneceğin şeyleri sunmaktan,
Her şeyi sen beğen diye yapmaktan deliler gibi sıkıldım.

Her zaman, istediğin kişi olmaya çalıştım.
Ama asla yeterli değildim, hiç olmadım değil mi?
Bana olmuşum gibi davranmak nasıl bir histi?

Bütün uzuvlarımın heyecanla ve mutlulukla parlamasını izlemek?
Sana inandığımı ve gerçek sandığımı bilmek?

Ama sen ne yap biliyor musun, leave me dreaming on the bed.
Her seferinde daha fazla umut ver ve beni yatakta düşlerimle bırak.



You can't see my astray heart.
I'm gonna hide it so deep, you won't even see it.
You will only see it while I'm going.
Cause I'm going away.
So far away.
I'm taking my heart, taking it away.
I know it can't handle this anymore.
It can't sit and watch itself burning.
It can't watch you with someone else's..
It just can't.
I just can't stay anymore.
I have to go.
God, why I'm not that powerful enough?
Whenever I want to go, I just can't do it.
I'm not that powerful.
Even it gives me pain, I just want it with the pain.

bu masayla ben ölürken


Dinleyin arkadaşlar bu şarkıyı. Dinlemeyecekseniz okumayın yazımı da. Dinlenmesi lazım bu şarkının.

Niye böyle oluyor bilmiyorum, yine kayıplardayım yine kayıplardayım.
Sınav haftasının ufukta görünmesine rağmen, ders çalışmam gerektiğini bile bile, o kadar içimden gelmiyor ki bir türlü başlayamıyorum. Mesela bugün hoca çok önemli yeni bir konu islemiş ve ben bunu hiç düşünmeden gitmedim. Mesela ben bugün bazı şeyleri tehlikeye attım ama artık kendimi bu şeyler için sınırlamaktan sıkıldım. Artık canım ne isterse onu yapacağım. İstediğim şeyler için kendimi sınırlamayacağım. Belki istediğim şey oluyor ama ben mutlu oluyor muyum? Bu belki de size saçma gelecek ama ben, istediğim bir şey için çabaladığım zaman onun olmasından mutluluk duyamıyorum. Zaten ben kendimi parçaladım öyle olsun diye, kendiliğinden olmaması çok kalp kırıcı.

The Following diye bir dizi izliyorum. Başlarda deli gibi ilgi çekiciydi. Her bölüm çok heyecanlıydı ve ben sabaha kadar onu izleyip 2 saat uykuyla okula gidiyordum. -SPOILER- Ama şimdi Paul öldü, dizi çocuğun kaçırıymasıyla ilgili olmaya başladı ve bu çocuk mevzusu o kadar uzadı ki yeter artık oldum. Jacob hayallerinde bile Paul'u öldürdü -hayalkırıklığıyladolubölümoldu-. Niye bunları anlatıyorsam. Bir de dizi başlarda çok fazla Edgar Allan Poe üzerinden gidiyordu ve ben arada diziyi durdurup nefes falan almaya çalışıyordum o nevermore sahnelerinde. Umarım düzelir yahu. İyice polisiyeye kaçıyor ve ben malesef bundan hoşlanmıyorum. Genel olarak polisiye dizilerde ajanların değil, suçlu tarafın yaptıklarıyla ilgileniyorum.

Ayrıca ben telefondan çok da hoşuma giden bir yazı yazmıştım. Blogger uygulamasından yazmıştım ve uygulamayı açık bırakarak çıkmıştım. Sonra sarjım bitti kapandı falan. Açtığımda yazı gitmişti ve taslaklara da kayıt olmamıştı. Çok sinir bozucuydu, siz de dikkat edin yazılarınız gitmesin..

En sonunda, yıllardır -abartmayapıyorçünkümeliseaşıkvehiçcanlıdinleyemedi- gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim Melis Danışmend'in konserine gideceğim inşallah. Hep bir sorun çıktı. Ya festivalde ona yetişemedim ben gittiğimde sahneden inmişti ya barlarda çıktığı için gitmedim derkeen en sonunda gidiyorum! Tek kötü yanı, ben ilk albümüne aşığım ve yeni albüm çıkardığı için yeni şarkıları söyleyecek büyük ihtimalle. Yenileri de çok güzel ama ilk albümü, özel..
Dayanamadım şimdi tweet attım. O değil ben HASTAYIM SESİM YOK OHA NASIL SÖYLECEĞİM MELİS'LE? OLAMAZ. T.T
Diye korku dolu gerçeğin farkına vararak bu yazıyı bitiyorum. Gidip ilaç falan içeyim ne bileyim sesimi düzelteyim yarına kadar..

12 Mayıs 2013 Pazar

T-t-teo

Bazen tek derdim kozmetik videolarının yavaş doluşu ve kalkıp dünyanın en uzak mutfağından almak istediğim şeyi nasıl alacağım. Ama ben bunu seviyorum. Hayatın köşesinde oturmayı, onu uzaktan, çok uzaktan buğulu bir camdan seyretmeyi seviyorum. Kapalı kapılar ardındaki, tanıdık bedenlerle dolu evim güvenli. Dışarı çıkmak stres dolu ve yargılayıcı. Yeni insanlar tanımak, nazik olmak, anlayışlı olmak, anlatılanları dinlemek, iyi arkadaş olup tavsiyeler vermek, birilerini görünce heyecanlanmak ve bir sürü duygu dolu dış dünya. Evde otururken bunları düşünmek korkutucu. Dışardan ne kadar arkadaş canlısı görünsem de, içimde bütün gün köşesine çekilip müzik dinlemek isteyen yalnız birileri var. İçimde her zaman somurtmak isteğiyle dolu, hüzünlü bir sis var. Eskileri özleyen ve bugününü geçmişini düşünerek yakıp yıkan bir canavar var. Ama ne var biliyor musunuz?  Zaten hiç halim yok ki. Şu hayatta benim kadar yorgun ve üşengeç bir insan daha var mıdır bilemiyorum. Sanırım okul olmasa 0 arkadaş, 0 güneşi görme, 0 gülümseme dolu bir hayatım olurdu. Ama bir dakika ya gülümseme olurdu aslında! Hayatımda hep kendimi bir şeylere adadığım ve onlarla mutlu olduğum dönemler olmuştur. Bu artık alışkanlıktan gelişen bir şey mi bilmiyorum ama bir şeylere sahip olmak yerine onları sadece izlemek güzel ve yeterli. Belki deneyip elde edemediğimden.
Her neyse, elde edemeyişlerimi anlatmak da can sıkıcı. Zaten hiç halim yok.

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Uzay Yolu



Kendime çok yakın gördüğüm insanlarla müzik zevkim uyuşmadığı zaman, neden bilmiyorum ama kalbim kırılıyor. Gerçek olamayacak kadar yakın ancak o şarkıda benim hissettiklerimi hissedemiyor, daha ne kadar kötü olabilir? Sadece kabullenemiyorum bunun böyle oluşunu. Bu da böyle saçma sapan başlanmış bir yazı işte.

Yahu D resmen jibcon'a gitmiş, dün ne olduğunu, ne yapıldığını öğrenip onun twitterda anlattıklarını görünce kıskançlıkla bir köşede ölmek istedim de ölemedim. Resmen Misha'yla çarpışmış!
Biz de ancak okulda boş derslerde spn izleriz falan işte. Painful, isn't it?
Neden böyle oluyor bilmiyorum, bazı şeyleri sadece ingilizce söylemek istiyorum. Öyle söylemek daha rahat geliyor.

Bu arada resmen bu bilgisayarda yazı yazmak bir garip, farklı ve hızlı yazmak güzel değil. Başıma bu da mı gelecekti yahu? Kağıda değil de her zaman bilgisayara yazmayı tercih eden bana bu yapılır mı, böyle çirkin klavye olur mu? Olmuş, bakalım alışacağım umarım.

Ve ben biliyorum ki onun için bir şey ifade etmeyecek onu bu kadar sevmem ama onun hissettiklerini hissedip , o fandom'a dahil olabilmek için star trek izlemeye başladım. 0. bölümü daha yeni bitti ve 65 dk falandı. Toplam hali ise 6 seri, 726 bölüm veya 30 televizyon sezonuna denk gelmekteymiş. Bu dizi hali sadece sanıyorum ki, 11 tane de filmi bulunmakta. Ama ilk bölümünü sevdim diyebilirim. Belki onun kadar bu fandoma dahil olamam ama en azından hikayelerini okuyacak bilgiye sahip olurum diye düşünüyorum.
Her zaman ulaşılmaz insanları sevmekte üstüme yoktur ve D onunla(ya da herhangi  biriyle) arkadaşlığın kazanılması gereken bir şey olduğunu düşünüyor. 

Ayrıca ilk bölümü beni gerçek ve hayal hakkında fazlaca düşündürdü ve Kirk'ten etkilenerek mi bu kararı verdim bilmiyorum ancak ben de bir hayalin içinde yaşamak istemezdim. Gerçekliği arayacak gücü kendimde bulmayı dilerdim.


10 Mayıs 2013 Cuma

Meds

Bu sefer sen gitmemiştin ama ben de orda değildim.


Sarılmak o kadar güzel bir şey ki. Ama öyle sizin bildiğiniz gibi değil, üstünkörü değil, ayrılırken değil, sabah günaydınlaşırken değil. Sımsıkı ve severken-sevilirken sarılmak.
Sarılarak bütün sevgini aktarmaya çalışmak ama başaramamak, sevginin göz pınarlarından fışkırması.
Dönüp gitmek ve bir daha sarılmamak.
Sisin arkasında kaybolurken, sevginin de bulduğu her yerden sessizce ama acıtarak aktığını bilmek.
O kadar akar ki bazen de, üstün başın kan revan içinde, nerden başladığını bilmediğin bir kan denizinde nefes almaya çalışan bir sen kalırsın öylece.
Tek düşündüğün de Atilla İlhan'ın şiirindeki sistir.
Tek düşünebildiğim dumandır.
Çünkü, ben karanlıkta içinize çektiğiniz dumanım.
Karanlıkta içinize sadece zehri çekebilirsiniz, temiz hava yoktur.
Karanlıkta, beynimizde kendi cehennemimizle baş başayız ve yavaşla zehirleniriz.
Ve bunu seviyorum.
Onu da.

breathe me
everytime you close your eyes
taste me
every time you cry
this memory will fade away and die
just for today
breathe me and say goodbye

4 Mayıs 2013 Cumartesi

May 5th is the day..

Supriiiiiz!
Eheh önce sana hangi sosyal ağlardan ulaşabileceğimi düşündüm ki bunu yazabileyim. Sadece burasını uygun bulabildim. Gerçi yayınlasam mı yoksa o taslak olayımızı mı yapsak bilemedim. Ama taslak yapsam belki görmezsin, görsen bile taslaktan değil de blogtan okumak daha güzel olacaktır yok yok ben bunu yayınlarım.

Ama söylemek istediğim şey, iyi ki doğduuuuun!
Nice güzel, Jack'li yıllara demek istiyorum.


Evet sonumuz olmalıydı, orda bitmeliydi bizim yolumuz ama olmadı, olamadı ve hala burdayız değil mi, ne kadar acı.


Baksana Jack futbol oynuyormuş biliyor muyduuun ? (Eskimeye yüz tutmuş bir şaka/el yapar burda yazar)
Bir de bu yazıda bahsettiklerimi senden başkaları anlayamayacak resmen, o dışardan dinleyenin anlamadığı arkadaş muhabbetli yazı oldu meheheheh.

Belki ben olmayacağım, olamayacağım çünkü beni yolda/otobüste görünce yolunu değiştireceksin, konuşmayacaksın ama umarım Jack'li yılların olur bebeğim.
İyi ki varsın, kısacık olacak, yakında bitecek olsa da seni tanımak, hayatına dahil olmak güzeldi.
Öptü seni Nesliş, sevdi bir de.



Çünkü biliyorum ki, insanlara kendi karışıklığından başka sunacak bir şeyin yoktu. Bir şeyimiz yoktu.
Ama üzülmeyelim Ayşem, "İnsanların dünyasında adsız olmak cennette ünlü olmaktan iyidir. Cennet nedir ki zaten? Yeryüzü nedir? Hepsi zihnimizde." dememiş mi birileri, demiş..

Sevgiler..

2 Mayıs 2013 Perşembe

ydcau

Can’t you see these skies are breaking?


Ses bir-ki.
Merhaba sevgili okurlar, değerli izleyiciler. (Komik olmaya çalışıyor.)
Blogumda uzun zamandır esen, ne olduğu belli olmayan, anlamlandıramadığım ve adlandıramadığım bir hüzün fırtınası var evet ama burda bunu bitiriyorum ve eski yazılarımı geri dönüyorum demeyeceğim tabi kii.
Diyemem ki. Benim blogumun adı; ışığı hayal ediyorum.
Ben, ışığı hayal ediyorum.
Ben, karanlıktayım.
Ben, karanlığım.
Çünkü ben bu karanlığı hakediyorum.
Sadece karanlık beni tamamlayabiliyor,  beni parçalayan onca şeyin aksine.
Karanlığı dolduruyorum parçalanmış ve oluk oluk kan akan yaralarıma, dudaklarıma.
Karanlığı söylüyorum, ona buna hepsine.
Karanlığın şarkısı oluyorum ben, duyulan keman sesleriyle.
Ben bütün yolları mezarlığa çıkmış bir yolcuyum, kemik torbalarına doldurmuşum çantama.
Ama durun durun hayır, ben eski yazılarını çok özleyen bir yolcuyum!
Bu yola girmeden yazdığım normal yazıları özleyen yolcu, acı çekmeyen yazıları özleyen.
Honey'le aylar aylar önce tartıştığımız şeyler vardı, yine karamsarlığım hakkında.
Belki de ben ışığı aramıyorum.
Hayır hayır ben ışığı gördüğüm yerde arkamı dönüp kaçıyorum.

Her neyse normal yazacağım ben sevgili okuyan, sakinim ben.
Diyorum ki ben, yarın geometri sınavım var ve bu sınav aynı zamanda bir hafta ertelendiği için oh ne güzel ne güzel çok çalışacağım dediğim sınavın ta kendisi oluyor.
Çalıştım mı ? Elbette çalışmadım. Ben böyle bir öğrenci değildim biliyor musun Lucius, ben eskiden kendime ayak uydururdum. Artık sadece uyumak geçiyor içimden, beni her zaman kolları arasına alan tek şeye sığınmak geliyor sadece, içine çekilip kaybolmak. Biliyor musun Lucius kendimi kapana kısılmış gibi hissediyorum.
Sanki bütün yaz boyunca sınava çalışmam gerekecek ve yaz bittiğinde bütün bir sene durmadan çalışmamın gerekeceği daha da berbat bir süreç başlayacak Önümdeki 2 yıl gibi bir süreci sanki kendime değil, sınava adayacakmışım gibi hissediyorum ve bu duyguyla nefes alamıyorum işte ben bazen. Koltukta otururken kendimi kötü hissediyorum, şuan bunu yazarken de. Sanki bunları yapmamalıymışım gibi. Sanki ben yaşamamalıymışım gibi.

Sonra keşke dergi, karikatür ve gazete okumadığımı daha önce farkedebilseydim. Daha yeni başlamış 1 yıllık saçma sapan bir dergi aboneliğim var ve tek sayfasını okumuyorum. 2-3 üç yıldır birikmiş karikatür gazetelerim var, en fazla 10unun son sayfası dışında okumadım. 100lerce okunmamış kitabım var ve ben bugün onlara bir yenisini daha ekledim.
Sanki amacım bunları okumak değildi alırken, hiç birini okumak değildi. Sadece aldım anlatabiliyor muyum, tüketimin kölesi bir robot oldum ve düşünmeden bana neyi yapmam söyleniyorsa onu yaptım.
Bazen hiçbir şey anlam ifade etmiyor. Ve ben çöldeki adam olmak istiyorum. Styx'in dediği gibi. Ama ben hissetmiyorum. İstiyorum. Ne acı bir fark. Hissetmemiz gerekirken, istediğimiz şeyler neden bu kadar fazla?
Hayat gayelerimiz ve hırslarımız ne kadar saçma, farkında mıyız?
İstediklerimizi ne kadarını gerçekten istiyor ve ne kadarını diğer insanların gözündeki değerimiz ve statümüz için istiyoruz farkında mıyız?
Ben değilim.
Bir şeyler olmaya çalışmak bazen yetmiyor.
Bazen sadece sen o kişi değilsin ve olduğun kişiyi kabullenmek zorundasın.
Bazen asla yeterli değilsin ve olamayacaksın da.
Bazen sen kenarı olmayan nehirde boğulan bir kız çocuğusun ve sana uzanan eller görüyorsun, seni daha da dibe itmek için uzanan eller bunlar.

Yani biri de çıkıp demiyor ki "Kardeş sen napıyorsun, ne saçmaladın yine buraya? Bunlar nasıl konu geçişleri.. Sen üzgün müsün yoksa kapitalizme mi saydırıyorsun?".
Çünkü verecek cevabım yok. Hiç olmadı.

Ama zihnimiz çok ilginç bir yer. Bugün arkadaşlarımla bir konuşma üzerine zihnimden geçenlere dikkat ettim demin koltukta sıcaktan dayanamayıp üstümde ne varsa yerlere atmış uzanırken. O görüntülerin hepsini çizmek istedim. Ben eğer güzel çizebilseydim; belki burda kelimelerle boğuşmak yerine öyle aldatırdım kendimi.
Anlatırım yerine yanlışlıkla aldatırım yazdım ama bazen kelimeler onları silmenize izin vermiyorlar, geliyorlar ve benim yerim burası, bu cümlede durmalıyım diyorlar değil mi?

Ve biz insanlar, kendi kendimizin ağzına sıçmayı çok güzel başarıyoruz, her defasında. İstediğimizi sandığımız şeyin peşinden koşarken diğer her şeyi iterek uzaklaştırıyoruz ve sonra mutsuz oluyoruz. Biz sadece kendimizi kandırıyoruz. Her defasında bu sefer tamam, istediğimi aldım ve sonsuza kadar bununla yaşamalıyım diyoruz ve sonra elimizle ittiğimiz şeylerin acısını derinlerde çekerken, perişan halimizi soğuk bakışlarla izliyoruz. Bir damla göz yaşı süzülmüyor hayır, sökülmüyor damlalar karanlık gözlerden, sert bakışlar karşılıyor çaresiz yakarışları. Ve hayır biz asla haketmiyoruz hiçbirini, biz bir çukurda ölüme terkedilmeli ve kafa derimize tırnaklarımızı geçirerek çığlık çığlığa can vermeyi hakediyoruz. Biz, cehennemi hakediyoruz.
Ben de hakettiğim acıyı istiyorum sadece.