30 Haziran 2013 Pazar

Sleeping with ghosts..


İçimden bir şey yazmak gelmiyor ama bu şarkı çok güzel.


The sea’s evaporated
Though it comes as no surprise
These clouds we’re seeing
Their explosions in the sky
It seems it’s written
But we can’t read between the line
Hush
It’s okay
Dry your eye
Dry your eye
Soulmate dry your eye
Dry your eye
Soulmate dry your eye
Cause soulmates never die
This one world vision
Turns us in to compromise
What good’s religion
When it’s each other we despise
Damn the government
Damn the killing
Damn the lies
Hush
It’s okay
Dry your eyes
Dry your eyes
Soulmate dry your eyes
Dry your eyes
Soulmate dry your eyes
Cause soulmates never die
Soulmates never die
Never die
Soulmates never die
Never die…
Soulmates never die


20 Haziran 2013 Perşembe

they don't..


Bugün, bana kalsa asla gitmeyeceğim bir yere sürüklendim. İçten içe gitmem gerektiğini biliyordum ancak kendimi odamdan dışarı atacak seviyeye bir türlü getiremiyordum. İçerde kaldıkça başka şeylerle oyalanıyor ve unutuyordum. Her ne kadar insanlar beni görmek istediklerini ve buluşmak istediklerini söyleseler de onlara inanmıyorum. Bu iç güvensizlik nerden geliyor çok belli ve kimsenin beni görmek isteyeceğine inanasım gelmiyor. Belki de, en çok görmek istemesini istediğim kişinin görmek isteyeceği son kişi olmamdan kaynaklanıyor. Belki, artık fantr devrinin tamamen bitmesinden ve ordaki herkesin parmak uçlarımdan kayıp gitmesinden. Hiçbir zaman istendiğime inanmayan ben, tabi kii ilk yazan taraf olamazdı. Ve tabi kii insanlar isteksiz görünen ama sadece güvensiz birine sürekli yazmaktan sıkılabilirlerdi. Kendilerine yeni ilgi alanları ve yeni kişiler bulabilirlerdi. Ve ben tabi kii hepsinin farkında olup da birşeyler yapamıyor olabilirim. Uzun bir yoldan geldim ve aklımda sadece pinkin o güzel sesi dönüp duruyor.
Bazen gece, uyuyamazken birden sol tarafıma dönüyorum daha önce hayatımda kurmadığım, duymadığım saçma sapan cümleler kurup tekrar uyumaya çalışıyorum. Çoğu yaz gecesi saat 3'ü geçmişken kendimi yatağımdan fırlarken buluyorum ve sabah okuduklarımı hatırlamayacak olmama rağmen kitap okumaya başlıyorum ve günün ilk ışıkları görünene dek, kitabın son sayfası içime işleyene dek okuyorum, okuyorum. Aslında ben asırlardır doğru düzgün kitap okuyamıyorum. Asırlardır duştan sonra imkansız gerilen yüzüm için mükemmel kremi arıyorum, asırlardır ertesi gün soyulmayan mükemmel siyah ojeyi arıyorum ama süremiyorum.
Geçen annemin çekmecesinde o kadar güzel bir kalem buldum ki, uğurlu kalemim oldu. Gün içinde durup dururken kalkıp onu bütün göz kapağıma sürüyorum ve mutlu oluyorum. Böyle de saçma bir insanım.
Zaten bütün okuyucularımın gitmesine 2 hafta kaldı, bunalıma girebilirim. En azından onlar orda dururken, of salak salak şeyler yazıyor diye listelerinden silinmezken mutluydum. Bloglovin'e hiç ama hiç ısınamadım.
Aslında my mad fat diary'i yeniden izlemek istiyorum ancak bu internet beni herşeyden alıkoyuyor. Dizi izlemeyi planlayarak oturuyorum ve saatlerce başında kalıyorum ama kalktığımda tek bir bölüm bile izleyebilmiş olmuyorum.
Yazmak istediğim o kadar çok şey var ki, dürüst olmak istediğim kişi, çok yoruluyorum, çok yorgunum.

18 Haziran 2013 Salı

special needs



And after all, you're my wonderwall.
Bazen düşünüyorum, hatta bazen değil sürekli düşünüyorum. Ben okumak istiyorum evet ama amacım meslek sahibi olmak değil, herkesin altın bilezik olarak tanımladığı şeyi ben istemiyorum. Zaten 11 yıl çalıştım, çalışıyorum. Peki neden? Saçma sapan, masa başı bir iş sahibi olup sabah 7 akşam 7ye sıkışmak için mi? Hep daha iyisini almaya çalışıp para biriktirip, alacağım anlamsız şeyler içinde boğulmak için mi? Ne için iş sahibi olmalıyım? Neye ihtiyacım var? Neye ihtiyacım olduğunu zannediyorum? Kime söylesem bana bu şekilde yaşayamayacağımı, doğru düşündüğümü ancak bu ülkede böyle yaşama gibi bir imkanım olmadığını söylüyor. Ben de giderim o zaman. Cehennemin dibindeki köye giderim o zaman. Tek başıma ama ruhumu satmadan ölürüm o zaman. Çünkü bunları yapmaya cesaretim olsa bile, tek başına olmak istemiyorum. Ama ne var biliyor musunuz, tek başımayım. Sonra ne var biliyor musunuz, ben zaten bu sistemin içinde boğulmuşum. Bu kenarı olmayan nehirin dibindeyim ve yüzeyinden içeri süzülen ışıkları yakalamaya çalışan bir zavallıyım. Işığı arıyorum ama asla bulamayacak olan bir yalnızım. Çünkü ben kendimden de, senden de, ondan da nefret ediyorum. Çünkü ben kendimi de, seni de ve onu da seviyormuş gibi davranmak zorundayım. Çünkü zorundalıklar içinde kaybolmaya mahkumlaştırılmış bir nesiliz ve karşı çıkmaya çalışan cılız seslerimiz yedikleri tekmelerle derinlere gömülüyor. Çünkü benim içim içime sığmıyor ve dışarı çıkmak istiyorum. Dışarı yok ve ben bu beden de boğuluyorum. Her geçen gün daha fazla boğuluyorum ve sen boğulurken çıkardığım zayıf sesleri kahkaha olarak duyuyorsun. Kendi cehennemimde kavruluyorum ve bundan şikayet etmiyorum.

8 Haziran 2013 Cumartesi

the illusion of life

Bir arkadaşım demişti ki, bir şeylerle uğraşırken arkaplanda dinleyebileceğin şarkılar var. Düşünmüştüm ki, belki de o şarkıları arıyorum ben, biraz dinlenmek için. İşte bu şarkı tambda öyle bir şarkı. 2-3 gündür sürekli bilgisayarda çalıyor ama hiç dinlemedim. O kadar güzel bir şarkı ki, kulaklarım duymamakta ısrarcı, ruhumun aksine. Böyle saçma sapan falan işte bunlar senin için. Bir şeyler hakkında hissettiklerimi karşıya aktaramamak ve senin bu şarkıyı açıp, dinleyip belki de beğenmeyecek olman çok acı.
Makas ellere "kendine engelli dedirtme" diyen adamın, bir kaç gün sonra ufak bir çocuğa  "o engelliyi polisler yakaladı mı" diye sorması kadar acı. Makas ellerin yüzündeki yaralar kadar güzel.
Benim artık kitap okuyamamam kadar hüzünlü ve açık kalmış, her esintide gıcırdayan kapı kadar sinir bozucu. Kalkıp onu sinirle kapattığımda camlarının titreyişi kadar korkmuş ve biraz yalnız.
Geçmişte yaptıklarımız her ufacık şeyin şu anı binlerce kat değiştirebilmesi kadar da korkunç.
Ashton'ın güzel ama yaşlı karısını aldatışı kadar iki yüzlü ve senin sevdiğin her küçük şey gibi sevgi dolu.


7 Haziran 2013 Cuma

parçalanmış gözlerimin gördüğü, görebileceği..




Hayat bazen güzeldir çocuklar, neden güzeldir biliyor musunuz? dedi zenci teyze, etrafında toplanmış, üstü başı toz içinde parlayan çocuklara.

Çocuklar da neden diye sormuşlar tabi kii, çocuk masumluğunun verdiği heyecanlı. Gülümsemelerinde yarım umutlar varmış, parçalanmış gülüşlere, düşlere gebe.
Çünkü demiş zenci teyze, çünkü hayatta her şey zıttıyla vardır ve güzel şeyler, kötülük olmadan olmaz. Güzel şeyler, otoyolda çılgınca sürmeye ve sana gelmeye başlayan kötülüklerin habercisidir.
Aslında daha sabah, daha güneş onun gözlerinde doğmadan düşünmüştür ki, kötü şeyler olmadan iyilik kendini gösteremez, kötü şeylerle varolur. Farkına varmayız hiç bir zaman, gülüşlerin arkasına saklanır.
Ve herşey yerin dibine çöktüğünde anlarız iyiden kötüye dönenleri. Ben dibe çökmeleri severim, çürümüş gülümsemeleri sevdiğim kadar.
Ve sonra zenci teyze anlamıştır ki, bu hayatta çocukluğun masumluğu kaybedip, herkes kadar çirkinleşmeye başladığında, o kadar çok cehennem otoyolundan insan tanımışlardır ki, artık iyi şeyler bile, ardından kötü şeylerin geleceğini haber veren çaresiz bir imge olmuş, bulutlu gökyüzünün arkasında,sislerin arasında görünmüş.
Mutluyken hep bilmişsin ki, incelikte saklanan şeytan gelecek ve herşeyi yerin bin kat dibine tekrar gönderecek. 
Şuan aklımı o kadar toplayamıyorum ki, cehennemin dibinde Sam diye haykıran bir Dean'den, yol kenarında seni her zaman ki gibi seviyorum diyen Neal'dan bir farkım yok. Adını o kadar çok çağırıyorum ki bana acıyan bakışlarda eriyen silüetimi şeytan sırıtarak izliyor. Sesimde o kadar acı var ki o şarkıyı söyleyebilsin diye dövülen kızdan daha iyi söyleyebilirim ben. 
Öldüğüm zaman, cennet-cehennem zırvalıklarına mahkum kalmak istemiyorum. Aklım almıyor, almak istemiyorum. Ben öldüğümde karanlıklara gömülmek istiyorum. Ben zaten karanlığım. 
Ama ışığı hayal ettiğimi de nerden çıkardın, karanlığı tamamen içime çekme istediğimden bahsediyor olabilir misin? Edgar'ı ve babamı ne kadar sevsem de, onlar için, onlarla karanlık olmak istediğimden bahsetmek ister misin? Biliyorum, biliyorum benim yavaş yavaş kaybolan bir inancım vardı. Evet ben ışığı hayal ediyordum. Artık oraya hayal edilebilecek bir şey yok. Karanlık beni kanatlarıyla sararken mutluyum. Biliyorsun ben hiç ağlamadım. Karanlığın dikenleri omuzlarıma batarken ve kuzgun kapımı çalarken mutluyum. 
Benimle herhangi bir şeyden bahsetmek ister misin?
Hayır biliyorum istemezsin. Sadece kendimizi kandırıp yalanlara inanmasak diyorum ben.
Tek istediğim, isteyeceğim.
Olduğum ve olabileceğim.
Bitse ve ölümüne gülsek, evet ağlasak.
All I ever wanted was you, my love.
You're all I ever wanted, you, my love.
Tek istediğim ve isteyeceğim.
Hold me tight and bury me deep inside your heart.
Beni sıkıca tut ve kalbinin derinliklerine göm.
So far from light.
No more sunlight, nevermore.
Never again, faith, nevermore.
Just want to be buried and become darkness.
Just want to become darkness.
Diyorum ki ben zenci teyze değilim, asla olamayacağım.
Oysa tek istediğim ve isteyeceğim. All that I am, all I'll be.
Gözlerimin gördüğü, göreceği. En parlak ısıltışı gücün ve gururun.



O kadar çok gönderme yaptım ki, uçup gitsin istemem. Belki isterim.

Onun bana üfleyip, uzaklara göndermemi istediği kuş tüyü gibi isterim, uçup gitmesini. 


Cehenneme giden otoyol / highway to hell 
Zenci teyze / awaken
Dean Moriarty / on the road
The Raven-Nevermore / Edgar Allen Poe
Bury me deep inside your heart / HIM
Ve son olarak..



Ayrıca ben kendim, ülkede bunca olay olurken bireysel konular hakkında yazmayı eleştirirken, içimden taşanlara engel olamayarak burdayım. Zira eve girdim, odama gittim, çantamı koltuğa bırakıp bilgisayarın düğmesine bastım. Elimi yıkamaya gittim ve dönüp bilgisayar açılınca yazmaya başladım. Böyle günleri seviyorum, içimden süzülen kelimelerin karanlık kokmasını ve çürümüşlüklerini. Şimdide çantamın yanına gideceğim ve bugün için yapmayı planladıklarım yerine karanlığın içine düşmeye başlayacağım. Göz kapaklarımı dolduracak önce zift karası gözlerin, sonra saçlarıma dolanacak, omuzlarıma akacak. Göğüslerimin arasından akıp gidecek, ben hissedemeyeceğim. Parmak uçlarım uyuşup, sızdırdığı karanlığın evrenime çarpmasına şahit olana dek akacak, süzülecek, dans edecek ve ele geçirecek.