23 Mayıs 2019 Perşembe

bu bir duvar


Bu bir rüya.
Bu bir dua.

Rüzgara uçmaya çalıştım, gözlerim kapalı, seni aradım. seni aradım.

Ve bu bir duvar. Etrafımda ördüğüm, tellerle çevrelediğim. Son günlerde duvarlarımı yıkmaya çalışırken tenime batan tellerin örgüsü. Boğazımın etrafında, kolllarım, bacaklarım. Her yanım.
Ama ben ne bilirim acıya dair sahi? Acıdan kaçmak için örmedik mi bu duvarları, bana karşı mı geliyorsunuz sevgili duvarlar? Üstüme yığılan siz misiniz, acılar mı?

Çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar, onlar da senin gibi çok tatlıydılar ama.
Canımı yakardılar, acıtırdılar.

Hadi gidelim buralardan Kiki, annem olup beni koruyamaz mısın?
Seni de acıtıyorum değil mi?
Bu bir duvar.


19 Mayıs 2019 Pazar

Holy Molly



Hayat çok garip. Kendimi hayata yeni başlamış bir bebek gibi hissediyorum şu aralar. Yaşamayı yeni öğrenmiş, varolmanın keşfine çıkmış bir çocuk sonrasında. İçimdeki yaralı çocuğu, bazen üzgün, bazen kızgın, bazen de kırgın çocuğu büyütmeye başladım.
O çocuğun kendine bir anne bulduğunu farketmekle başladı her şey. Annemin yerine koyup beni sarıp sarmalamasını istediğim insan. Ah o insan. İnsanlığın özünü gözlerinin ışıltısından öğrendiğim o insan. Beni terkedecek olan insan. İkimiz de annemizden gitmeye çalışıyoruz. Ben çığlıklarla, o acı bir gülümseme ile. Varoluşun keşfine çıkıyoruz beraber. Sadece var olmak ve bunun için savaşmak. Yaratma gücünü arıyoruz dere tepe, çimlerde koşturan tavşan ve minik yavrusu kedi. 
Başlarda çok yıktı beni terkedilecek olmak. Buna dair çeşitli baş etme yolları aradım kendime. (Sanki bu bana yapılan bir saldırı gibi baksana, "terkedilecek olmak" dökülüyor dudaklarımdan. Her şey benimle mi alakalı sahi, benle mi başladı? Ama dur bakalım, girme araya. Karşıma alıp, bütün ben-merkezliğimle neler demişim bakalım. ) Bazen aldım karşıma dedim ki: ölmeyeceksin sonunda. Ölmek de ne kadar fazla zikrettiğim bir kelime bu günlükte, dikkatimi çekiyor. Öldürdü beni annem. Gömdü önce, sarıp sarmaladı soğuktan korumak için. Sonra da yeniden doğurttu ve hayata gözlerimi ilk defa açtım. Doğumumu kutladığımız cennet bahçesi, o ve müziğimiz. Ölmek gerekiyor her defasında, yeni bir hayata başlamak için. Her şeyi olduğu gibi de alamayız artık, bunu öğreniyorum. Ölmek dediğin buz gibi bedeninin doğayla bütünleşmesi midir sadece? Ya benim yeniden doğmak için kendimi tekrar tekrar öldürmem? Soğuk gerçekle kendimi kırbaçlamasını yalvardığım insanlardan tekrar tekrar duymam ki: sen kendini sınamalısın. Öldür beni, bir kez daha demem anneme ve beni kimsenin benim için öldürememesi? Yüzleşmeler. Çarpışma Partisi. Kırıltılar. Yakıntılar. Ağıtlar. Acılar. Yıldızlar. Yeşil. Işıltı.
Diliyorum ki bir an sonrasındaki kendim için, çünkü bu an ve bir sonrasında yaşadığımız şey gibi hayat bazen, diliyorum ki unutmasın yüzüne vurulan öğretileri. Annesi büyüttü onu, açtı gözlerini. Kim ne kadar açabilirse şu lanet gözlerini, o kadar araladı gözlerimi ve yıldızlar doluştu gözlerime. Halen bir çocuğum, güneş gözlerimi kamaştırır, kör eder. Ben o güneşe bakmak için razıyım körlüğe, sahi körlük ne, görmek ne? Ne görüyorum aynaya baktığımda bu günlerde? Aynaya bakıyor muyum bu günlerde? Peki ya gökler, mavi semalar? Onları yeteri kadar gördüğümü nasıl iddia edebilirim ki.. 
Hiç hissetmediğim kadar göklere bağlı hissediyorum kendimi. Sonsuz semalar ve bu sonlu insanlık. 
Hadi hepimiz üstümüzden söküp atalım da insan diye girdiğimiz garip formu, çırılçıplak kalsın özdeki insanlık. Gözlerimizin içine bakalım, sadece gözler.