22 Aralık 2013 Pazar

doomsday



Biliyorum son sene.
Evet biliyorum çalışmalıyım.
Biliyorum 1 sene dişimi sıksam, başka şeylerle meşgul olmasam kazanıcam, sonra ki senem de mahvolmayacak.
Ama öyle değil işte. İnsanlar öyle değil.
Hisler öyle değil. Ve ben hissetmek istiyorum. Ben coğrafya dersinde iklimleri dinleyip ezberlemek istemiyorum.
Ben gidip o iklimlerde yaşamak istiyorum.
Ben sadece hissetmek istiyorum.
900 yıldır yalnız olan bir adamın gözlerindeki mutluluğu hissetmek istiyorum.
Rose gittiğindeki hüznüyle parçalanmak istiyorum. Hep onu hissedeyim istiyorum.
Bu dünyaevi şeyleri yaparken içimde hissettiğim boşluğu bir daha hissetmek istemiyorum.
Her zaman yapmam gereken bir şeylerin olması ve hep geriden gelme telaşını hissetmek istemiyorum.
Sanki öylesine uzun süredir gergin bekliyorum ki, artık bu duruşu değiştiremiyorum. Eğer birden gevşersem, her şey kopacak. Böyle ortada kalırsam, içimdeki boşluk hep orda kalacak.
Ben sadece şu şarkıyı dinleyip hissetmek istiyorum.
Çünkü hissetmekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yok.
Hepsi, aklımızın içinde. Ve hepimiz tek bir noktayız. Beyaz bir boşluğun içindeki noktayız.
Gözlerimi kapatıyorum ve bunların benim aklımda olduğunu biliyorum. Gözlerimi sımsıkı kapatıyorum ve bütün maddesel varlığımın kum taneleri gibi uçuşmasını kulağımın dibinde duyuyorum. Aslında kulaklarım bile yok ve ben bir noktadan başka bir şey değilim. Giderek küçülüyorum ve ben bir nokta bile değilim. Gözlerim sımsıkı ve ben her zamankinden daha özgürüm. O kadar özgürüm ki nefesim kesiliyor. Bitsin istiyorum, gözlerim birazcık daha kapanıyor. Her şey silinip anlamını yitiyor ve aslında ben yokum. Hiç olmadım ve asla olmayacağım. O an yaşadığım her şey ömrümün sonuna kadar bana rehber olacak. Ve ben daha fazla dayanamıyorum, gözlerimi açıyorum. Bir anda gerçekliğin içine ve rüyalarımın içindeki rüyaya düşüyorum. Düşüşümün sesi orda ve bir an için duyuyorum. Bunları yaşıyorum ve bir an sonra yere çarpıyorum. Bu acı verici ama böyle olması gerektiğini biliyorum. Ben sadece bir insanım ve düşmeliyim. Bu şarkıyla düşmeliyim. Hepimiz, düşmeliyiz.


25 Kasım 2013 Pazartesi

505

Her sabah, çantamdan ne çıkarsam da biraz hafiflese diye her şeyi boşaltıp, hepsini geri koyuyorum.
Her sabah, arabaya bindiğimde o nefret ettiğim radyo istasyonunu açıyorlar ve ben kulaklarım ağrımasına rağmen kulaklık takmaya mecbur kalıyorum. Gerçek hayattan bir hikaye anlatıldığı için, bir gün mutlaka biteceği umuduna sarılıyorum.
Her sabah, tanıdık birini görmemek için dua ederek, salyalarımı akıtarak uyuma isteğiyle otobüse biniyorum. Oysa bacaklarım uzun olduğu için oturduğum yere asla sığamıyorum, bacaklarımın ağrısıyla gözlerimi açıp derin bir nefes alıyorum.
Her sabah, bugün doğru durakta ineceğim, üşenmeyeceğim ve geri yürümeme gerek kalmayacak diye karar veriyorum. Ve her sabah son durakta iniyorum, gideceğim yere geri yürüyorum.
Her sabah, otobüsüm konforlu olan olsun diye şoförlerin gözünün içine bakıyorum.Evet otobüsten konfor ve geometri ders anlatımından HD kalitede olmasını bekliyorum.
Her sabah, ne kadar midem bulansa da babacığımı kıramadığım için yaptığı tostu yiyip bol şekerli çayı içiyorum. Neyse ki son günlerde midem biraz kötüydü, bir şey yemememe razı olmasının yolunu buldum, o yoldan gidiyorum.
Her sabah, duştan sonra babam saçlarını kurutacağım diye tutturuyor ve razı oluyorum. Beni düşündüğünü biliyorum. Beni sevdiğini. Ama annem kadar sevdiğini bilmiyorum. Kimsenin beni annem kadar sevdiğini bilmiyorum.
Ve ben her sabah, her öğlen, her akşam, her bulduğum fırsatta annemle kavga ediyorum.
Belki de beni bu kadar sevmesini haketmediğim için, beni artık sevme, bak sana kötü davranıyorum diyorum.
Ama o hiç vazgeçmiyor. 17 senedir hiç vazgeçmedi. Vazgeçmeye yaklaştığında, dur diyorum. Sevgine ihtiyacım var. Gitmiyor. Gitmesin. Gelsin, biraz da ben seveyim.
Bazen bencil evet, geceleri hep bunu düşünüyorum. Ama her insandan daha az.
Ve her gece başka bir eve taşınmanın hayalini kuruyorum. Eve öylesine yığıldığımız ve asla bu kadar eşyayı taşıyamayacağımız gerçeğini elbette gözardı ediyorum.
Abimin sevgilisiyle kavgalarını odamdan duyuyorum ve kendimi kötü hissediyorum. Nasıl dışardan öylesine uyumlu görünen bir çift birbirini bu kadar üzebilir?
Evet tamam, adalet yoksa ben yokum, evet o benim 2. adım. Olmalı.
Bana ayağım sakat deyip beni yerimden kaldıran şirret-gencecik kadınlar olmamalı.
Ben hakkımı koruyabilmeliyim. Zira ne onun ayağı sakat, ne de o benden üstün.
Babam öylesine sakladı ki dünyanın sahtekarlığını, herkesi onun gibi sanabildim.
Bana yaptıkları en kötü şey, bana çok iyi davranmaları oldu. Tabii böyle bir şey için birilerini suçlayabiliyorsam.
Ne diyordum, her sabah ara sokaklardan dünyanın en yavaş insanı olarak geçiyorum ama yine de gitmem gerekenden erken orda oluyorum.
Her sabah, memnuniyetsiz olacak bir şey bulabiliyorum çünkü yapmam gerekeni yapmıyorum.
Her şeyi yarına bırakıyorum. Önüne daha önemli, daha acil bir şey koyuyorum. Bana manevi olarak hiçbir şey katmadan beynimi yoran şeyler. Olmalılar, biliyorum. Sadece bu sıkışıklıktan nefret ediyorum. Maillerime cevap veremediğim-vermediğim haftalardan nefret ediyorum. Dünyaüstünde beni en çok heyecanlandıran kişinin bana verdiği onca şansı kullanamamaktan, onun gitmesinden nefret ediyorum.
Hiçbir şeyden nefret etmek istemiyorum, bir şeylerden nefretle bahsettiğim bir hayatın başrolünden olmak da. İstemiyorum kelimesini kullanmak istemiyorum. Evet komik oldu. Mr. Yes gibi, miss yes olmak istiyorum. Olduğum yerde saymaktan yoruldum. Bu yolun beni götürdüğü yere gitmek isteyip istemediğimi bilmeden gidiyorum bu yolda. En yanlışını yapıyorum. İnsanlara durun, benim yapacaklarım var, geri dönmeme izin verin diyemiyorum. Biri kolumdan tutmuş çekiyor, diğeri itiyor. Gidiyorum, nereye gittiğimi bilmeden ve en azından gittiğim yoldan zevk almalıyım diyorum. En azından. Ve kafam öylesine dağınık ki, hiçbirini bilmek istemiyorum. Her şey dursun ve biraz beni beklesin istiyorum. İstiyorum kelimesi kullanmaktan ve istemekten yoruluyorum. Bir şeyler dilemeden mutlu olduğumda, olmuş olurum belki diyorum. Ben ne zaman olmuş olurum diyorum. Ne zaman..

18 Kasım 2013 Pazartesi

and the cost is my soul

Kirk: What I have done, I had to do. 
Sarek: But at what cost? Your ship. Your son. 
Kirk: If I hadn't tried, the cost would have been my soul. 
- The Search for Spock (1984) 

Well this is broking my heart. 
Kaydetmek istedim bir yere.
Onun böyle kırılmış olması da kalbimi kırıyor. Elimden bir şey gelmeyişi. Hiçbir şey yapmayışım..
Güzel günler hep onun olsun istiyorum, benim olmasa da olur. Onu okurken zaten her şey güzel. 
O zaten her şey. Bağlanmamayı öğrenebilseydim keşke. Çünkü yine gitmesinin korkusuyla doluyum.
Gitme demek istiyorum. Sen beni bırakma. Beni sen sev.


17 Ekim 2013 Perşembe

flowers within me

Maybe, we should give water to flowers in us. Maybe, we should go out and do what the fuck ever we want. Maybe we shouldn't listen the ones who's saying that we should be prosper. Maybe we should'nt wear any clothes and keep ourself from our desires.
Maybe we shouldn't be a part of this society. We should say fuck you, fuck your rules. Becase it doesn't make sense to me and I don't wanna do it. You can't say that I should. I didn't give you that right.

And maybe, we should just let that flowers die and be a good person for our "country".
Because that's why we all are here, right?
Do you really believe that my friend? Are you really that much blind?
Do you really want to shut our voices? Off course you do.
You think that this is all. You think that your ultimate level is being a president, princibal or whatever.
You really do shut your heart's voice.
And I believe that with all my heart, you are never going to be the "one".
You are never going to be on your ultimate level because there is not ultimate level. There is no level! This is not a race. Everybody doesn't have to be prosper in your way. They are not prosper in anyway, they are happy with what they are doing. They are doing the thing that they want to do and they are just happy with that.
Everyone in here wants to hear a voice from their heart and you are keeping them from even to know that there's a voice from the heart.
I think, you are the evil in this world.
And I think this is your and our personal hell.
We are always forcing to doing things, we never listen our heart.
We are not even using our brain because you are just teaching us to not think, just do what the fuck ever you're saying.
But I won't give up. I will fight. Maybe, I and the flowers in me will die in this battle but when it all ends, I won't think that my life is mess. I will think that I didn't give up and surrender. I didn't let it get me.


rain on me

Hay Allah, ortam ne kadar güzel! Güvenlik bile eğleniyor. AGGGH.

10 Ekim 2013 Perşembe

personal jesus

Resmen içimdeki yazma isteği deliler gibi kaçtı bilgisayar saatlerce uyuzluk yapınca. Zaten aylarca çektim senin mallığını sony, artık camdan aşağı gideceksin, haberin ola.
İnsanın bilinç altıyla ders çalışmamak için kendine yapabileceği şeyler çok şaşırtıcı. Mesela kendimi duygusal bir ruh hali içime soktum, yazdım yazdım biraz önce. Ne için? Elbette coğrafya çalışmamak için. Of sinirim de bozuk. Hayır kızıp küsebileceğim bir şey yok, gidip modeme küsemiyorum da, içimde patlayacağım sinirden. Bazen o kadar birikiyor ki kelimeler içimde, birine patlamam gerekiyor, boğazıma doluşuyorlar, yutkunamıyorum, nefes alamıyorum.
Çoğu zaman kendisini bu patlamanın ortasında bulan kişi anneciğim oluyor, zavallı kadın, neler çekti benden. Bitmedi kadının çilesi. Evet kötü bir insanım. Evet düzelmeye çalışıyorum. Ama içime işlemiş kendimi ön plana koymak ya zor iş düzeltmek. Hayır üzülmeye, melankolik ergen takılmalarına izin vermiyorum. Onca insan varken benim haketmediklerimi almayan, mutsuz olmak o kadar hakkım değil ki, inanamazsınız. Dünyanın en mutlu insanı olmam gereken bütün olanaklar varken nasıl dünyanın en mutsuzu olabiliyorum, anlamıyorum. Salaklık işte, aptallık.
Her şey burda başlıyor değil mi? Kendime hitap şeklime bakınız. Nasıl sevmiyorum kendimi. Kendimi sevemediğimden, sevemiyorum diğer şeyleri. Bir arkadaşımın söylediğinin aksine, ben sevmeyi zerre kadar bilmiyorum. Ben parayı sevebilirim, gücü. Yüksekleri sevebilirim aslında yüksekler yerin dibi anlamına gelirken. İçimde o kadar var ki paranın-gücün maşası olmak, her gün farklı cepheden vuruyorl bana. İçimde süregelen bir savaş.
Bir yazar var arkadaşımın aşık olduğunu, adını elbet veremem. Ama ben napıyorum, değişiyorum. O yüzden vereceğim. Jack Keroujfdnjdksn. Soyadını bilmiyorum tamam mı? :D
Resmen arkadaşım seviyor diye böyle verebildim, ben sevsem veremezdim. Ah ne güzel kandırıyorum kendimi. Heh işte bu yazar diyorduk, bu yazarı okumayı çok seviyor arkadaşım çünkü akıp gittiğini düşünüyor. Ben de bugün arkadaşımın bir yere yazdığı bölümünü okudum onun kitaplarından birinin. Zen kaçıkları olabilir çünkü öyle şeyler geçiyordu içinde. İşte o bölümü hızlı hızlı okudum ve sonra baktım ki her şeyi gerçekten de anlamışım. Hızlı hızlı okumama rağmen çok net anladım, aktı gitti.
Ama benim okudum yazar öyle yazıyor ki, yavaş yavaş, kelimeleri dinleyerek, sindirerek okumanız gerekiyor. Başka türlü anlamıyorsunuz. Ama neden bilmediğim şekilde, bana Jack'i okumak çok zor gelirken ve kitabı aylarca-malesef elimde sürünürken, diğer yazarın yazdıklarını gece günlük okuyabiliyorum. Ben de bunu kendi içimde anlamlandırmaya çalışıyorum. Şöyle de bir yere varıyorum; ben sanırım bir yazıyı okurken ondan beni dinlendirmesini beklemiyorum. Zira Jack bunu yapıyor. Jack senin içini temizliyor. Evet okurken bunu hissediyorum. Sanki içime deniz havası doluyor. Zihnimi boşaltıp dinlendiriyor. Evet evet, aynen öyle. Ama benim yazarım, okurken benim içimi dolduruyor. Beni sıkıntıya sokuyor, düşündürüyor ve en önemlisi çok ağır hisler veriyor. Ferahlık vermiyor ya da aklımı boşaltmıyor. Beni karıştırıp ağır hislerin altına atıyor. Bazen canımı sıkıyor ama ben hislerim altında ezilip mutluluktan öleceğimi bildiğim için, sonuna kadar dur durak bilmeden okuyorum. Bu yoğunluğu seviyorum? Bana bu yol mantıklı geliyor. Başka bakış açıları da getirilebilir elbet, yarın sevgili Helene getirecektir zira.
Sanki bir yarış gibi, belki benim için sadece. Ben kendi yazarımı savunup sevdirmeye çalışıyorum, o kendisininkini. O öyle yapmıyordur elbet, saygılı bir insan gayet zevklere, ben öyle değilim zira.
Ama yazarımı sevmeyen biri başka biri olsa, inanılmaz önemsiz. Diğer çoğu arkadaşım sevgili yazarımın adını dahi bilmez, paylaşmam. Ama bu Helene işte, o kadar istiyorum ki benim hissettiklerimi hissetsin, zorluyorum bazen sınırları. Ama benim için ne kadar zorsa onun benim sevdiğim şeyleri sevmemesi, onun için de o kadar kolay sevmesi. Her şeyi deniyor, seviyor. Güzel bir insan yahu, çok güzel bir insan.
Benim yazılarımı da seviyor salak şapşik. Gerçi ben 10 gün cevap vermedim diye kızdı o da 10 gün yazmıcakmış ama bakalım.
Maillerime de çok cevap vermek istiyorum, o kadar aklım yerinde değil ki yazamıyorum..
Unutmadan, bakın gördünüz mü? Kendi yazarımın adını veremediğimi. Kötü bir insanım işte, nasıl sevebilirim böyle birini? Nasıl hapis olabilirim böylesine bir ruhta? Nasıl başkalarından sevmelerini bekleyebilirim?
Bekleyemem. Ama onlar sevdiklerini söylerler. Sonra bir daha söylerler. Gözümün içine bakar ve tekrardan söylerler. İnanmam onlara. Hayır, asla diye geri püskürtürüm.
Sonra geri gelirler, yüzüme yüzüme, bağırarak bir daha söylerler. Artık yorulurum, tamam derim. İnandım. Galiba beni seviyorsun. Güzel seviyorsun biliyor musun? Çok güzel. Gitmesen olur mu?
Onlar da gitmez zaten, kalırlar ve kalırlar.
Sonra bir gün gelir, başka birini severler. Senden yavaş yavaş koparlar ama daha gitmezler, koparken sadece senden de parçalar koparırlar. En sonunda bir bütün olan şey, iki parçaya bölünmüştür. Bir yarısı, yüzüne yüzüne seni seviyorum diyen yarısı kalkar gider. Bir bütünle bir olmaya giderler. Yanına gittiği kişi yarım değildir, hayır. Hatta daha da fazladır. Ama yine de ona giderler. Çünkü sen kabul edip onun yarısı oldun.  O senin bir parçan, organlarından biri oldu. Sen ona inanmazken çekip gitmezdi zaten. Bir parçan olduktan sonra giderdi, kopara kopara.
Peh, gitti işte. Diğer tam kişi de onu bıraktı zaten. Ama benim yarım oluşum asla tamir olamayacak.
Tek kendimi haklı görmeyişim şundandır ki, bunu ben de yaptım. Elbette yaptım. Diyorum ya, ben kötüyüm! İlk ben yaptım, hep ben yaptım. Şimdi o gidince kızmaya nerden hakkım oluyor? Onu yarım bırakmışken kendim, nasıl kızabiliyorum?
Yahu demedim mi ben size, öğrenemedim kendimi önde tutmamayı daha diye.
Kendimden nefret ederken de kendimi önde tutabilirim zira, bencilim ben bir de.
Hazır bütün kötü özellikleri almışken, yazamıyorum ben bir de. Baksana şu rezilliğe.

26 Eylül 2013 Perşembe

Sen, senin adın, ellerin, gözlerin, duan, dudakların. İçimdeki karanlığı yeniden kanattın


Bazı bazı, bazı blogların kaldırılmasını kaldıramıyorum. Biliyorum, acı veriyor diye kaldırıyorsunuz. Orda durması canlandırıyor bütün o karanlık, saklanmak istediğiniz bulutları. Ya da ben öyle tahmin ediyorum sadece, umursamadan çekip gidebiliyorsunuz. Ben yapamadım onu, hayatımın hiçbir noktasında. En azından bir sayfayı sakladım kendime, bir kokuyu. Üstünden zaman ezerek geçerken zaten, bütün acıyı da içine çekti, tatlı acı noktaları bıraktı sadece, keskin uçlu.
Biliyorum ben onları okurken acımayacağım, en azından yanımda güneşim varken acımayacağım. O bile aydınlatmaya yeter anılarımı, yaparım anılarımı onun anıları.
Ama biliyorum onun ışığı da sönüp gidecek, bırakıp gidecek her gece yalnızlığıma sarılırken ucup giden mutluluğun kokusu gibi. Ama mutluluğun kokusunu ayda da arıyorum ben, onun kara kaşlarında da. Yalnız bir huzur veriyor bana, güneşimin parlamasını beklerken.
Sonra diyorum ki biraz daha kandırabilirim kendimi bu şehrin gözüme giren sahte ışıklarıyla.
İçim kan ağlıyor çığlık atıyor ben yürüdükçe, inandıkça o sahtelere ve güneşimi farketmeden kaybedince.
Sonra parlayan bir şeyler çıkıyor karşıma, çarpışıyorum romantik komedilerde koridorda çarpışan iki insan gibi. Hayır yanlış, bu film benim filmim değil ve esas oğlan toplamıyor kitaplarımı.
Benim hiç filmim olmadı zira, yanlış oğlanı seçtiğimden kendime.
"O" bile olamadı benim güneşim ki kendisi güneşin, ayın efendisi.
Benim güneşim gidiyor biliyorum ve son bir nefes daha almak istiyorum onunla, son kez kokusuna sarılmak. Her gün kokusunu içime doldurmak istiyorum onun, gideceğinin hüznüyle kararmamaya çalıştığım her gün ve her dakika.
Şayet olmuşsa güneş hiç benim ve ben hiç koklayabilmişsem onun parlak köprücük kemiklerini, üzülmemeliyim gidişine de.
Şimdi başka birinin gökyüzünde parlayacak, başka bedenleri iliklerine kadar ısıtacak ve ben sadece şanslıyım onun yolunda bir durak olduğum için. O hep yolda, bilirsiniz bunu zaten ve bazen bankına uzanıp soğuktan dişlerini birbirine çarpıtan, değer bilmeyen bir durak olduğum için ve bazen onu kollarıma alıp kucağımda tuttuğum, her şeyden sıkı sardığım için.
Biliyorum ben onu hiç ısıtamadım, ayın yalnızlığı işlemiş içime.
Hayatımda kimseyi ısıtamamanın donarak ölümüme sebep olacağını biliyorum, biliyorsun sen de.
Ama üzülme, git. Seni çok sevdim ve seni çok kokladım. Kokunu bitirmeden, içindeki çicekleri soldurmadan git. Zira ayın soğukluğu, güneşin batışının ve yükselişimin donduran buz parçaları istemem düşsün senin içine de, çalmasın güzellikten erimiş kalbinin sıcağından.
Başardı biliyorum eritmeye buzlarımı, yok etti buzlarımı eritti beni kalbinde.
Ama hayır tutamam onu elimde, bütün bencilliğim, buz parçalarım ve ben onu bütün kalbimizle sevdik ve bu yüzden gitmesine izin vereceğiz. Hayır, yoo izin vermeyeceğiz, göndereceğiz onu bütün kara dumanlarımızı üstüne salarak. Çok sardık onu, kapkara yaptık, yapmamalıydık. Güneşi karartan bu beden, ona asla sahip olmamalıydı. Ben sadece minnettarım onun bu tatlı ziyaretine ve sadece isterim ki gitmeden önce, son bir kez sarsın, azaltsın sonsuza dek güneşimi bekleyişimin acısını.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Thousand years

Iste ben bu kadar sansli bir insanim. Bir seyi okumaya kadar veririm, ozenip yorum atarim ve yazar yazmaya ara verir. Oysa bu aralar six feet under, o, bu, su her sey umut doluydu ve ben de oyleydim. Yillardir cesaret edemedigim bir seyi yaptim. Korkmadim. Guvendim. Ne oldu?  Yuzume patladi haber resmen. Aynen o oldu. Mail gitti ve sayfada haberi gordum. Butun enerjimi emdi. Istegimi, heyecanimi. Oysa o kadar heyecanliydim ki. Basa alip notlar tutacaktim. Her seferinde bunun bana olmasindan nefret ediyorum. Umuda sahip olmaktan nefret ediyorum. Belki cok kucuk bir seyden bahsediyorum burda ama benim icin anlamliydi, mutlu olacaktim. En sevdigim insanlardan da boyle nefret ediyorum iste.  
Her zaman inanacak bir seyler aradim. Ariyorum. Neden buldugumu sandigimda boyle oluyor? Whats wrong with me? 
Boyle yaparak daha cok azimlenecegkm mi dusunuluyor? Ama hayir ben hirs falan yapmiyorum, sadece odamda bir kosede olmek istiyorum. Yok olmak istiyorum. Var olmanin agirligini tasiyamiyorum. 


25 Temmuz 2013 Perşembe

In the city or the suburbs of this town

Amy Winehouse'u o kadar çok seviyorum ki, ölmüş olması kalbimi acıtıyor. Bunu neden yazdım bilmiyorum. Herkes bilsin istedim.


Yarın konserdeyim ama hiç heyecanlı değilim aslında. Olabilecek en kötü setlisti hazırlamışlar, hava çok sıcak olacak ve ben çooooook sıkılacağım. Ayrıca onca yolu gitmeye de deliler gibi üşeniyorum. Para verseler yapmayacağım şeyleri para verip yapıyorum ya, tam gerizekalıyım onu anlıyorum.
Six Feet Under çok güzel. Bir de izleyebilsem......

Onun yerine placebo için çok heyecanlıyım! Lütfen bir aksilik olmasın, lütfen lütfen lütfen.

He bir de, bu bir ergen blogudur görüldüğü üzere, beğenmeyen faresini azıcık oynatıp x tuşuna basar, çıkar.

Wish List #1


  1. Fit olmak. Bu ben ilk maddem olmalı çünkü en acil ihtiyacım & dileğim bu. 

2. Placebo konserinde space monkeypierrot the clownsleeping with ghostsblue americanthe crawlheamoglobincome undonewithout you i'm nothing şarkılarını dinlemek istiyorum. He çalmayacaklarını da biliyorum. Bütün şarkılarını seviyorum zaten. Bunlar sadece en sevdiklerim. En sevdiğim bile diyemiyorum, 1 tane en sevdiğim olamaz. Bu azalmış halleri.


3. Parmaklarıma dövme yaptırmak istiyorum, ne olduğuna kadar vermediğim ama vereceğim ve hepsi özel şeyler olacak.
4. Çello çalmak istiyorum ve böyle alevler içinde bir şov sergilemek istiyorum. Çünkü ben nam-ı diğer in flames ve withinthefire.



5. Ruh eşimi bulmak istiyorum. Ben insanların saçmalık gördüğü bu şeylere ve aşka, hala inanıyorum.



6. lacebo konserine, bir aksilik çıkmazsa gitmek ve çok, ÇOK mutlu olmak istiyorum.



7. Sevdiğim bütün grupların konserlerine gitmek istiyorum, yavaş yavaş ve ait olduğumu hissederek.


8. Burda kafasına balon yiyen aşkımla tanışmak istiyorum. Daha onunla ilgili çok şey istiyorum ama o başka birine ait ve ben onun aitliğine de aşığım.


9. Şu 3 manyakla tanışmak çok çok istiyorum!


10. Bu resimdeki tumblr kişisi olmaktan çıkmak istiyorum. :D



11. Böyle dünyalar tatlısı ve akıllısı olsun istiyorum yeni doğan yeğenim. Halası yesin onu!


12. Her gün kar yağan, asla terlenmeyen bir ülkede yaşamak çok istiyorum. O her yaz kışı özleyen, her kış da yazı özleyen insanlardan gibi duruyor olabilir ama yazı hiçbir zaman sevmedim! Sadece okuldan kurtulmak için onu arzulamış olabilirim ancak okuldan kurtulduğumda bile, okula katlanma pahalına kış gelsin istiyorum. Bu büyük şehirde yaşayıp, kar yağdığında eve hapsolmak değil de, ufacık bir kasabada her gün kışı yaşamak istiyorum. 


OVV how I want Destiel sex!
13. Dean ve Castiel'in dizinin sonunda evlenmesini ve sevişmesini istiyorum, evet o dizi hakkında en çok istediğim şey budur.


14. Bazı insanlar çok fakir, tüm sahip oldukları para.(evet azıcık mantıksız oldu, işte bu yüzden ingilizceyi seviyorum...) Ve ben o özel insanları tanımak, onların hayatımda olmasını istiyorum. Awaken gibi. O gerçekten özel bir insan. Özel bir insan ve herkes özelliğini göremiyor. Kalbi yüksek duvarlarla örülü ve onun ne kadar özel olduğu görmek size bulutların üstünde olma hissi veriyor. Ben bile bazen göremiyorum ne kadar özel olduğunu, saklıyor kalbini, kimseler görmesin diye. Ah gerçekten çok seviyorum onu!


15. Kedi! Bir kedi evlat edinmek istiyorum ancak bu istek, şimdilik askıda duruyor. Daha kendime bakamazken bir kediyi sorumluluğuma alıp onun kaçınılmaz ölümüne şahit olmak istemiyorum. Her şeyin zamanı var. Bir kediye bakabileceğim zaman da gelecektir umuyorum.



16. Öyle bir yerde yaşamak istiyorum ki, 4 elementi de hissedebileyim her gün!



17. Birilerinin ilk tercihi olmak istiyorum. En azından en yakın arkadaşımın. Too much to ask?


18. Larry ile tanışmak, onları dinlemek, onları sevişirken izlemek, onlarla sevişmek....... 


19. Gifleri yazıcıdan çıkarabilmek, telefona kaydedebilmek ve mesaj olarak/whatsapp'ten atabilmek!


20. Onca dır dırıma rağmen çok istiyor, deliler gibi istiyorum şu bebeği.


    21. Dans edebilmek, gerçekten güzel dans edebilmek, nasıl isterdim ama..



    22. Bu hissi bir daha asla, ASLA hissetmemek.



    23. Taşınmak istediğim o küçük kasabada, böyle bir bahçemin olması. :)


    24. İnsanlara etiket koymamak ve bana koymalarına da izin vermemek, bir gün, özgür olduğum bir gün.



    25. Resim çizerek içimdekileri dışarıya ve onlara aktarabilmek.



    26. Sonra da odamdaki bütün duvarlara resim çizmek istiyorum. 


    27. ONU UNUTMAK, UNUTMAK VE UNUTMAK!



    28. Herkesin eşit haklara sahip olduğu bir dünya, yaşadığım toprakta adalet istiyorum.


    29. Ayağımın altında betonu değil, toprağı ve başımı göğe kaldırdığımda binaları değil yıldızları, ayı görebilmek.





    30. Köprücük kemiklerim böyle görünsün istiyorum, biliyorum ki yapmam gerekenleri yaparsam buna sahip olabilirim.



    31. Dünyadaki yerimi bulmak, klasik ancak en istediklerimden...



    32. Kahverengi, mat Dr. Martins'ler!




    33. Bu dövmelerden!



    34. Bu şarkıyı, bu sesi canlı duyabilmek. (Koyduğum video aynı yeri 458 kere tekrar ediyor, 1 kere dinleyip kapatabilirsiniz. Bunu koydum çünkü ben de bu şarkıyı kesip ipodda boş bir listeye attım ve bu kısmını dinliyorum saatlerce.)




    35. Yaşadığım küçük kasabada, her sabah böyle bir yerde yürüyüş yapmak.



    36. Sevdiğim insanlarla ateşin ve külün kokusunu böyle soluyabilmek, ateşin içimize dolup, bizi külüne katmasına izin vermek, hep beraber.




    37. Honey'imle votka buluşması! Votkaya özel bir sevgim var evet ama honey'e olan özel sevgim kadar özel olabilir mi?



    38. Bu dövme! Bileğime, oraya bu dövmeyi o kadar çok istiyorum ki. Accık daha küçüğü ve elime çok daha yakın-tam sınıra. Çizgilerin de daha ince olmasını istiyorum. Sanırım 2 senedir bu dövmeyi istiyorum, kesin istediğim tek dövme de kendisi olurlar.



    39. Bu şarkıyı konserlerde çalmıyorlar ve grubun, kesin olarak en sevdiğim şarkısı bu! Larry'i anlattığına bütün kalbimle inanıyorum. Umarım, umarım bir gün konserde bu şarkıyı dinlemek kismet olur. (Amin.)



    40. Gittiğim konserlerde, müziği her hücremde, kemiklerimde hissetmek. Bazen öyle donuk konserlerde bulunuyorum ki, müziğe yaptıkları işkenceye inanmak istemiyorum.





    41. Ben, sahip olduklarım değilim. Bu, bir istek yazısında çok anlamsız duruyor farkındayım. Ama ne kadar anlıyor olsam da sahip olduklarım olmadığımı, hayatımda izlerini görmek o kadar mümkün olmuyor. İşte bunu diliyorum, bunun mümkün olmasını. Hayatıma taşıyabilmeyi bu inancımı. İnançlarımı.


    42. Bir gün çello çalmayı öğrendiğimde, bu çelloya sahip olmak istiyorum.



    43. Okumak isteyip de neredeyse 1 yıldır okuyamadığım o kadar çok kitap var ki, halime acıyorum. Düzene girdiğim zaman, her gün kitaplar bitirircesine okuyacağım. Söz?


    44. Özel insanların yazdığı özel yazılardan yazmak istiyorum. Biliyorum ben özel biri değilim. Awaken "olmak" istiyorum ama değilim. Sadece istemek var elimde, onu yapayım bari değil mi?


    45. Ne kadar da çok dövme istiyor diyor olabilirsiniz. Gerçekten istiyor muyum bilmiyorum. Çok seviyorum sadece. Hep seviyorum zaten.


    46. Ay, benim için değerli. Neden mi? Çünkü o anlar. Keşke bütün bu dövmeleri yaptırabilecek kadar bileğim olsaydı derken buluyorum kendimi ama sonra 5-6 tane kolla nasıl duracağımı düşünüp üzülüyorum.




    47. İşte o kadar güçlü olmayı istiyorum hayatta.
    (Yazıda  "Güç, sana sevilmediğin söylenmesi ve bununla yok olmamak, parçalanmamaktır." diyor efenim. Tam çeviri bu olmayabilir tabii, bu benim ki ama ben anladığımı ve size de söylemek istediğimi yazdım..)


    48. Bu fotoğraflara bayılıyorum, nedeni bilinmez. Ellerim böyle güzel olsun ve bu fotoğraftaki ben olayım isterdim.

    49. Don't trust the bitch in apartment 23 dizisindeki Chloe hakkında bir "comic" yani karikatür dergisi serisi gibi bir şey vardı. Manga gibi, her ay çıkan cinsten. Ben de istiyorum bunu! Çünkü yukardaki resim gibi resimleri çok seviyorum. Bunlara tam olarak ne denir bilemedim gerçi işte, bilen varsa söylesin, aydınlatsın? :)



    50. Ve son olarak, benim için çok özel bir şey isteyeceğim bu yazıda. Alevler içinde keman çalmayı dileyeceğim. Özel bir insan değilim ama keman o kadar özel bir enstruman ki, alevler içinde parlamamı sağlayacağını biliyorum. Hayır tabi kii siz görmeyeceksiniz. Ama ben öyle hissedeceğim.

    Keman sevgimi biraz olsun anlatabildim mi size? 

    O zaman bu yazının sonuna geldik. 
    Sevgiler.
    Alevler içinde, anlattı.