27 Şubat 2013 Çarşamba

Different - 3. bölüm



1. bölüm için tık.
2. bölüm için tık.




Kelime sayısı : 1454.
Bölümün şarkısı.
3. bölüm - You can't be mine.




Louis ne yaptığının farkına vardı, herkesin içinde Harry’i kollarına almış, sarmalamış, teselli ediyordu. Nesi olarak teselli ediyordu onu? Ne kadardır tanışıyorlardı? Tam bu derin düşüncelerinin içinde kaybolurken elenenlerin, hayallerine son verilenlerin, kulise dönmesi gerektiği anonsu yapıldı.

Bu sahneye son çıkışlarıydı. Bu, son umutlarıydı. Louis son bir kez dönüp Stan’in olduğu yere baktı,  Stan’le göz göze geldiler. Ne söyleyecek sözleri vardı o an, ne de gülümsemeye yetecek takatleri. Sadece bakıştılar, bakışları her şeyi söyledi. Her şey bittiğinde buluşup, bu aralarındaki saçma mesafeye son vereceklerdi. Ama sonra Louis bu evden, bu hayalden taşınıp gidecekti, nasıl olacaktı ki ? Nasıl devam edeceklerdi, Louis mesafelerden nefret ederdi. Belki de sarılmayı çok sevmesi, birilerinin sıcaklığını vücudundaki hissetmeyi sevmesi bu  sebepten idi. Nasıl bir insan, sarılmayı sevmezdi ki? Seni sarmalayan geniş bir göğüs ve sıcaklığına gömüldüğün omuzların için de kaybolmayı kim istemezdi? Ama bir saniye, Stan’in ne geniş bir göğsü vardı, ne de omuzları..


Sonra dev ve tanımadığı kollar Lou’yu çekiştirmeye başladı. Onu kulise sürükledi. Tanımadığı kollar mı? Bu kollar biraz önce sarıp sarmaladığı, sevgiyle ısıtmaya çalıştığı kollar değil miydi? Peki bu omuzlar, geniş ve sıcacık görünen göğüs? Louis yakınlıklarından faydalanarak onun buklelerinin kokusunu içine çekmeye çalıştı son kez, uzundu, çok uzundu. Louis’nin boyu, onun boynuna geliyordu ve Louis daha fazla dayanamayıp burnunu güzel boynuna gömecekti. Ama yapmadı, tuttu kendini. Herkesin içindelerdi ve artık sınırı açıyordu. Sahnedeki sevgilisine kaydı aklı, bu gece ona güzel bir gece yaşatmaya karar verdi. Önünde uzanan yolu için sevinmek yerine Lou için üzülsün istemiyordu, onun yolundaki kara gölge olmak ve yolunu kapatmak istemiyordu. Lou’yu üzgün görürse, onun da delicesine üzüleceğini ve her şeyi unutup onunla ilgileneceğini biliyordu Lou.


Herkesin kulise inip birer ikişer dağıldığı sırada Timon isimler saymaya başladı

-Harry Styles, Louis Tomlinson, Niall Horan, Zayn Malik, Liam Payne SAHNEYEE!

5 genç şaşkınca etrafına bakındı,

-Neler oluyor?

Ne? Neden?

5 gencin gözyaşları arasında parlayan bir umut ışığı yandı. Titrek ve gidip gelen, yanıp sönen bir ışıktı ama yine de oradaydı. Koşarak sahneye çıktılar.

Nicole konuşmaya başladı

-Evet çocuklar maalesef finallere seçilmediniz, ancak size güzel bir haberimiz var.

Sözü Simon devralır ve

-Hazır mısınız? Söylüyorum evet.. Siz 5 gençten bir grup oluşturmaya ve grup olarak yarışmaya dahil etmeye karar verdik! Ne diyorsunuz?


 O anda, mutluluktan yerinden zıplayan Niall, şaşkınlıkla kocaman bir sırıtış arasında gidip gelen Zayn ve mutlulukla parlayan Liam’ın yanı sıra, Louis heyecanla yerinde zıpladı ve sağına döndü, Harry’nin mutluluktan pembeleşmiş yüzüne baktı ve dayanamayıp onun boynuna atladı. Sıcacık bedenler birbirine çarptı, Lou kollarını onun boynuna sıkıca doladı ve bacaklarını beline sardı. O kadar sıkı sarıldı ki, o an her şey mümkün göründü. Umutları sönmemişti, şansları vardı ve sıcacık beden, sıcacık kollar tarafından sarmalanmış, sırıtarak döndürülüyordu. Onu daha iyi kavrayabilmek için belini onun vücuduna uygun şekilde kıvırdı ve vücutlar tek bir vücutmuşçasına birbirlerine uyum sağladı, her kıvrım kendini saracak uzuvları buldu. Lou sırıtarak onun boynunu öperken Harry onu bir kere daha döndürdü, Lou son kez sıkıca tutunduktan sonra onun kucağından indi.

5 genç neşeyle tabi ki kabul ettiklerini söylediler, hepsi Simon’a sıkıca sarıldı ve neşeyle zıplayarak, heyecanla koşturarak kulise geri indiler.

4 genç kulise girip heyecanlı bir sohbete daldıkları sırada, Lou Stan’in kapının yanında bedenini sahne girişine çevirmiş, başını duvara yaslamış buruk halini gördü. Herkesin dağılmasına aldırış etmeden Lou’yu beklemişti demek. Lou “yeni” grubunun hararetli sohbetine kısa bir bakış attıktan sonra Lou’nun yanına doğru yürümeye başladı.



-

Harry'nin aklı başımdan gitmiş haldeydi ve ne konuşulduğunu dahi bilmeden, söylenenlere sırıtıp takip ediyormuş gibi yaparak kendisini bile kandırıyordu. Ama düşünebildiğim tek şey biraz önce sahnede olanlardı. 

Önce, yarışmaya devam edeceğimizi ilan eden Simon’ın bize güveniyle dolu sesi, Nicole’un destekleyici kuzgun karası bakışları. Ama asıl aklımı başımdan alan şey ise, onun kollarını, bacaklarını, belini, her yanını vücudumda hissettiğin an, öpüşünün boynumda bıraktığı yanık izi ve o yanığın kulaklarımda yankılanan cızırtısı. Bedenimin tutuşan her köşesinden süzülen dumanlar ve aklım bir karış havada bütün gücümle ona dolanışım. Olan her şey buydu işte. Sahne de jürinin gözü önünde Simon’ın dikkatli bakışları altında kucağıma atlayan, hayallerimin canlanmış hali. Bu anı ne kadardır hayal ediyordum sahi? Kaç gece, gözlerimi kapatıp süzülen o tek damlanın soğuk omuzlarına sarılıp bu anı düşlemiştim? Oysa biliyordum ki, benim ona baktığım gibi bakmıyordu bana. Onu gördüğüm gibi görmüyordu o buz mavisi halkalar benim bedenimi. Aklında başka biri vardı biliyordum, hep gözlerini bulutlandıran, gülümseyerek uzaklara dalmasına sebep olan. Sahneye çıkmadan önce telaşla ve bütün sevgisini vermeye hazır halde aradığı birisi vardı. Kendimi umutlandırıp ona kaptırmamalıydım. Başımı kaldırdığımda Lou bize bakıyordu, 4’ümüze bakıyordu gözlerindeki bulutlarla ama bakışı belimde son buldu ve sonra tereddüt etmeden başını kaldırıp aksi yöne yürümeye başladı. Gidiyordu işte. Yine her şeyi kendi kafamda kurmuş ve kendini kandırmış, umutlarımın havada süzülmesine izin vermiştim. Şimdi de yere düşüp, buz parçaları gibi dağılarak, parçalanarak erimelerini izliyordum. Acı vericiydi, kendime bu acıyı daha fazla çektiremezdim. Eskiden yaptığım gibi acıyı unutturmanın yollarına da dönemezdim. Fiziksel acı, ruhumun sancılarını bir süreliğine sessizleştirebilirdi ama kalıcı çözüm olamadıklarını anladığım da onları bırakmıştım. Kalıcı çözümü ölümde bulacağımı anladığımda ve o çizgiye çok yakın olduğumu hatta o ince çizginin üstünde yol almaya çalışan cambazın ta kendisi olduğumu anladığımda bıraktım.

Ya da bıraktığımı sandım.


-


-Stan, gitmemişsin. Ne yapıyorsun burada?
-Seni bekliyordum Lou, ne olduğunu merak ettim. Anlatsana.
-Ah, guzel şeyler! Juri, seslerimizi beğendiklerini ve yeteneklerimizi ziyan etmemek adına yarışmaya grup olarak devam etmemizi istedi, biz de kabul ettik. Sanırım. Aslında onlarla konuşmaya vaktim olmadı.
Ve başıyla artık onun grubu, onun bir parçası olan gençleri işaret etti.
Stan ah'ladı ve kollarını Lou'nun omuzlarına doladı. Rahatlamıştı ve gitmediğine memnun olmuştu. Hayatının bu bölümü ufakta olsa düzelmeye başlıyordu. Stan hissediyordu. Peki ya Perrie diye düşündü. O çocuk, artık Louis'in grubunun bir üyesiydi! Bundan kötü ne olabilirdi? Stan, Louis ve onun hayalleri adına Harry'nin peşini bırakabilecek miydi? Hiç sanmıyordu! Üstelik daha bu sabah Lou onu bırakıp Harry'le kahvaltıya inmişti. Kesinlikle bu çocuğu halletmeliydi. Perrie için, Louis için, kendi için.


-

Louis gruba selam verdi ve Stan'le odalarına doğru yol almaya başladılar. O sırada kulisteki grupta bu ayaküstü sohbetten sıkılmış, yavaş yavaş dağılıyordu. Ancak bu akşam bir kutlama yapmak üzere sözleştiler. Louis orada olmadığı için kutlamadan haberdar olamayacağı Niall'ın aklına geldi. Önce kendi söyleyecekti ama dayanamadı ve 
-Hey Harry,  Louis'e sen haber verir misin? Bir şeyler atıştırmaya gideceğim, açlıktan ölüyorum!
-Dostum, benim söylemem şart mı?
-Dedim ya Harry açlıktan ölüyorum! Ben kaçtım, görüşürüz!
-Görüşürüz..

-


Kapı yavaşça açıldı ve Louis, Stan'in önden geçmesini bekledi. Kapıyı sessizce kapattı, döndüğünde gözlerini ona dikmiş Stan'le karşılaştı. Aynı şeyi düşünüyorlardı, aynı anda harekete geçtiler. İkisi de birbirine yaklaştı, yaklaştı. Ta ki aralarında mesafeler kalmayana dek. Stan kollarını onun boynuna doladı ve ince dudaklar, dolgun dudaklara çarparken tutkunun tadını aldılar. Lou onu geri geri yürüterek yatağa düşürdü ve dudakları bir saniye ayrılmadan tişörtler çekiştirilmeye başlamıştı. Lou ondan ayrıldı ve dudaklarına ufak öpücükler kondurmaya başladı, oradan boynuna ve oradan aşağı bir çizgi halinde tutku aktı. Louis öpücükler kondururken gözlerini kapattı ve sadece hissetmek istedi. Ama farkında olmadan düşlediği yüzü farkettiğinde lanet ederek gözlerini açtı. Stan'ın yüzüne baktı ve diğer her şeyi unutmaya çalıştı.

-


-Sevgilim soda kalmamış, sana da almamı ister misin?
-Hayır, Lou çabuk gel filmi başlatıyorum!

Lou kapıdan çıktı ve kafetaryanın kapanmamış olmasını umarak hızlı hızlı yürümeye başladı. O anda sadece eşortman altıyla dışarı çıktığını farketti! Bugün hava çok ısınmıştı ve odadayken tişört giyme gereksinimi duymamıştı. Neyse ki bu saatte dışarıda çok insan olmazdı, kimseye görünmeden gidip gelebileceğine emindi.

Ta ki köşene dönene dek. Ayaklarına bakıyordu ve tam başını kaldırdığı sırada büyük bir bedene çarptı, bir kaç adım geriledi ama dengesini sağlayamadı. Tam düşmek üzereyken bir kol tarafından çekildi ve koca bir bedene yaslandı. Harry onu düşmekten kurtarmış ve tutuyordu ancak düşmesine engel olurken fazla kendine çekmişti, bedenleri birbirine yaslanmıştı ve üstünde hiçbir şey olmayan Louis üşümüş değdiğinde ateşe değmiş gibi yanmıştı. Bu havada nasıl üşümüştü sahi ?

-Teşekkürler. Hasta mısın Harry?
-Ah, yok nerden çıktı?
-Üşümüşsün gibi geldi de..
-Haklısın belki de hasta oluyorumdur, bu havada üşüyor olmam çok garip!

Bunları konuşurken, hala gereğinden fazla yakınlardı ve sıcaktan bunalmış Lou onun vücudundan kendini ayırma gücünü bulamıyordu. En sonunda Harry bir kaç adım uzaklaştı ve konuşmaya başladı.
-Louis, grubumuzun kuruluşunu kutlamak için bu akşam bir şeyler yapacağız gelirsin değil mi?
Harry sonunda cesaretini toplayıp sorabilmişti, ona olan hisleri bir yana bu gece ki kutlama gruplarıyla ilgiliydi ve Niall yüzünden Louis'e sormak onun üstüne kalmıştı. Lanet olsun yapmamalıydım! diye geçirdi içinden ve haklıydı, yapmamalıydı. Louis'in yüzü sorduğu anda düşmüştü ve hayal kırıklığına uğramış görünüyordu.

Hayal kırıklığına uğramıştı çünkü gitmek istiyordu ama kendi kendine bu geceyi Stan'e ayırmaya söz vermişti, ne yapacaktı şimdi? Yapması gerekeni yapacaktı, Başımnı kaldırıp Harry'nin yüzüne baktı. Umutla parlayan tatlı Harry'e.
O an gözlerindeki ilgiyi gördü. Bu böyle olamazdı. Üzgünüm Harry.

-Hmm Harry, açık olmak gerekirse bu geceyi benim için özel olan birine ayırmaya karar vermiştim. Son zamanlarda ona vakit ayıramaz oldum. Üzgünüm.

- B-ben sevgilin olduğunu.. öyle demek.. ben.. iyi geceler.
dedi ve arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. Louis, arkasından uzun süre baktı.

Different - 2. bölüm


1. bölüm için tık.


Kelime sayısı : 958.




2. bölüm - Far away


Louis de herkes gibi gözlerini açtı ve bir anlık şaşkınlıktan sonra neye gözlerini açtığı zihnine birer birer dolmaya başladı. Önceki gecenin anıları ve karar gününün gelmiş olmasının heyecanı bir an kalbini sıkıştırdı, derin bir nefes alıp güne başlamaya hazır hissetti. Hissetti ama o nefesi bir türlü alamadı.
Biri ,kim olacak tabi ki Stan, kolları ve bacaklarıyla ona dolanmış, sanki kaçmasından korkar gibi onu yatağa çivilemişti. Louis içinden küfürler etti ama faydası olmadı, bir şeyler yapması gerekiyordu.
Tüm gücüyle ahtapot kolların arasından sıyrılmayı sonunda başardığında ter içinde kalmış, nefes nefeseydi.
Eskiden onun kollarında olmak böyle hissettirmezdi.. Ama bugün bunları düşünmeye vakti yoktu. Kendini odadan dışarı attı.
Bir kaç adım ilerledikten sonra kendini duvara yapışmış bulan Lou, lanet ederek arkasına döndü ve Niall'ı gördüğünde kahkahayı patlattı.
-Dostum sakin ol, seçilmek için geri kalanımızı öldürmeyi mi planlıyorsun?
-Ah pardon Lou, Simon çağırdı!
-Görüş-
-Ben kaçtım! ve Niall çoktan gitmişti, Lou arkasından bakıp peki diye fısıldadı.
-Daha sormamıştım ama peki diyorsan..
Şimdi ise Lou'nun karşısında dikilen dün gece ki çocuktu.. Tanrım neden ismini her seferinde unut- diye düşünürken, düşünceleri bölündü.
-Ben Harry unuttun mu ? -Unutmadın tabii dostum, ne haber ?
-Heyecanlı dedi ve sırıtarak yerinde duramayan minik bir çocuk gibi bir ayağından diğerine yaylandı.
-Hırkan ben de kalmıştı, almak ister misin?
-Acelesi yok kalsın.
-Tamam, kahvaltı?
-Hadi gidelim.
Günün bütün gerilimini üstünden attığını hisseden Lou, sırıtarak Harry'nin peşine takıldı ve kahvaltıya indiler.

-
Yaklaşan karanlığın gölgesinde bu kadar eğlenilmemesi gerektiğini bilselerdi, belki de başlarına gelenlerden kurtulma şansları olurdu. Ama kimse onları uyarmamıştı ve hiç şansları yoktu.
-



-Haaaaaarry! Tabağımın yarısına ne yaptın ?
-Hmmm..
Lou kahvelerini alıp gelene kadar kendi tabağını ve Lou'nin tabağını mideye indiren Harry suçlu suçlu sırıtarak bakışlarını yere indirdi ve aynı anda kahkahayı patlattılar.
Lou'da kendini koltuğa bıraktı ve bir eli Harry'nin dizinde, kahkahalarının sesini kesmek için diğer eliyle ağzını kapatırken Harry de ona katılıyordu. Şapşal şey. Herkesten onun çok yediğini söylediğini duymuştu ama hiç şahit olmamıştı. Su yeşili hareli halkalar buz mavisi yuvarlaklarla buluştuğunda etraftaki sessizliği fark edip başlarını yavaşça kaldırdılar. Herkesin onlara soru işareti dolu ifadelerle baktığını fark ettiler. Tekrar gözleri buluştuğunda birbirlerine sessiz kelimelerle susalım dediler. Ama bir kere gülmeye başladığında durmak kolay değildi! Lou başını Harry'nin bacaklarına gömüp kıkırdarken, Harry kollarını onun omuzlarına doladı. İkisi de gevşemiş, sarmaş dolaş haldeyken benliklerini saran endişelerin yükünden kurtulmuşlardı.

-Neredeydin Lou, her yerde seni aradım!
Sesiyle irkilen Lou başını Harry'nin bacaklarından kaldırdı ve Stan'in öfkeden kıpkırmızı suratını gördüğünde lanet eden eski ruh haline dönmesi fazla vaktini almadı. Aksi bir sesle
-Nereye gitmiş olabilirim Stan ? Kahvaltıda olabileceğim, insanın aklına gelebilecek son ihtimal tabii.
-Ben sizi yalnız bı-
-Otur, Harry. Katılmak ister misin Stan?
-Hayır, KALSIN.


Bu cevapla birlikte Louis memnuniyetle Harry'e döndü ve yediği tabağını gidip doldurmasını söyledi.
Harry ortamdaki gerginliğin dağılmasından memnun, sırıtarak kalkıp tabağı doldurmaya başladı.

Gün, öğlene kadar koşturmacayla akıp geçti. Lou odasında Harry de bahçede oturmuş, bu sabahı düşünüyorlardı. Harry, Louis'nin neden en yakın arkadaşına öyle davranıp ile onunla kaldığına bir anlam veremiyordu. Lou de bu anlam verememe durumunda Harry ile birlikteydi.
O an neden Stan'e sinir olduğunu ve onu tersleyip göndermesinin sebebini bulamıyordu.
İçten içe bu ilişkinin parçalandığını ve toparlanmaktan çok uzak olduğunun farkındaydı ancak bunu inkar etmekten kendini alamıyor, içinden toparlanacaklarını tekrar edip duruyordu.

Herkes için stresli bir öğlen de atlatılmıştı. Bu günler de stressiz gün geçiremiyorlardı ve yarışmacılar arasında kavgalar almış başını gidiyordu.

Karar anı için herkes sahneye çıkarken, Lou yanlış yaptığını ve Stan'i hala sevdiğini düşünüyor, nerde olduğunu bulmaya çalışarak etrafa bakınıyordu. Ah işte ordaydı, Stan'i gördüğünden gözleri parladı ve derin bir nefes çekerek o tarafa döndü, bir adım atmak için yeltendiği sırada kolundan çekilip arkaya döndürüldü. Lanet olsun Stan'i gözden kaçırmasına sebep olacak!
Döndüğünde Harry'le yüz yüze geldiler ve bu gereğinden fazla yakındı. Neredeyse burunları birbirine değecek gibiydi ve iki genç gözlerini birbirinden ayıramıyor, büyülenmişçesine gözlerinin içine bakmaya devam ediyorlardı. Harry'nin gözlerini kırpıştırması Lou'yi daldığı yeşil derinlikten uyandırdı. Ona yarışmayla ve şansla ilgili bir şeyler söylüyordu. Lou ne dediğine kulak veremezken gözlerini dudaklarını indirmişti ve bilinçsizce iç geçirmişti. Bir anda Harry ona sarılınca Lou onun sözlerini bitirdiğini ve vedalaştığını anladı, kollarını ona doladı. Ona sarıldığında garip bir mutluluk hissi uyandı içinde, derinlerde. Buna çok kafa yormadı ve iki genç ayrılıp sahne sıralarına göre dizildiler. Sona çok yakınlardı. Ya bu yarışma da kalıp hayallerini gerçekleştireceklerdi yada önlerindeki 1 saat içinde bütün hayallerinin sonunu göreceklerdi. Neyse ki arada gözleri buluşuyor ve kelimelere ihtiyaç duymadan birbirlerine güç veriyorlardı. Lou, Stan'i tamamen unutmuştu. Bu Harry denen çocuk da nerden çıkmıştı ve ona vurulmuş gibi davranarak ne yapı-

-Louis Tomlinson, sahneye!

Düşünceleri gür bir sesle bölünen Lou, hiçbir şey düşünmeden önce Timon'un yüzüne baktı ve Timon başını sallayıp onu merdivenlere ittirince sessizce yürümeye başladı.



-



İsimler okunuyordu, 1,2,5,8..
Herkes bekliyordu, isminin okunmasını ve bu ıstıraplı bekleyişten kurtulmayı diliyordu. Louis yüzündeki gergin ifadeyle gözlerini Simon'a dikmişti. Harry, elleriyle yüzünü kapatmış sessiz dualar ediyordu. Liam kaşlarını çatmış, son kişinin okunmasını bekliyordu.

-Çok üzgünüm arkadaşlar, son seçilen kişi Stanley Lucas.

-Aman Tanrım! diye bağırdı Stan, bir adım öne çıktı. Louis'e baktı. Louis'in gözlerinden süzülen yaşlara ve buna rağmen Stan için yüzünde beliren gülümsemeye. Dudaklarını oynatarak "seni seviyorum" dedi Stan.
Louis de sevdiğini söylemek istedi ama Stan önüne dönmüştü ve bir daha o tarafa bakmadı.

Louis korkarak bakışlarını Harry'nin olduğu tarafa çevirdi. Tanrım! Harry dizlerine tutunmuş, hıçkırıyordu. Louis'nin kendini Harry'nin yanında ve kollarını ona sararken bulmadan önce son hissettiği şey kalbinin kırılmasıyla. İkisi de kazanamamıştı, hayalleri paramparça yerlere saçılmıştı ama Louis ismi okunmadığında değil, Harry'i öyle gördüğünde kalbinin kırıldığını hissetti.

Harry ise hıçkırıklarından başka ses duyamaz olmuşken, sıcacık kolların ona dolandığı ve kulağına her şeyin iyi olacağını fısıldadığını hissetti. Bu sesi tabi ki tanıyordu, aylardır peşinde gölge gibi dolaşıp konuşmaya cesaret edemeyip duyamadığı, her zaman başkalarıyla eğlenirken gördüğü, garip bir şekilde bu sabah kahvaltı yaptıkları ve onu mutlu eden kahkahanın sahibiydi bu ses, bu kişi.


warm

Eski yazılarımı okuyup okuyup aşık oluyorum, yine öyle yazmak istiyorum falan. Bir yandan da içerden sesler geldikçe babam gelecek diye tırsıyorum, hayır bilgisayardayım diye kızacağından değil ama beni bilgisayarda değil de ders çalışırken gördüğündeki o yüz ifadesinin tam tersini görmek istemiyorum sadece, hayal kırıklığının yüz hatlarındaki yansımasını sevmiyorum sadece. Aslında biraz matematik çözdüm ama bir insan bu kadar çabuk sıkılamaz, o ney lan 20 soruyu geçemeden sıkıntı bastı.
Bugünlerde eve geliyorum, duş alıp yemek yiyorum ve sonra yatağa kıvrılıp kendimi uyuyakalmanın kollarına bırakıyorum. Çok zevkli oluyor, siz de deneyin! Yatağım o kadar güzel ve sıcak ki. Ama bunu zaten biliyorsunuz, size bilmediğiniz bir şey söyleyemem.
Sadece bazı şarkıların kalbime dokunduğunu söyleyebilirim. Sözlerin kalbimi acıttığından bahsedebilirim. Bazı bakışlarla kendimden geçtiğim ve kafamı betonlara vurup ölmek istediğimden bahsedebilirim. Size de oluyor mu ? Siz hiç, bir şeyin güzelliğinden ölmek istediniz mi ? Bir şey var. Ona dahil olamıyorsunuz, kendinizi yerlerine koyamıyorsunuz. Sadece izliyorsunuz ve çok güzel. İzliyorsunuz ve o kadar güzel ki bir şeyler yapmak istiyorsunuz. Çünkü bu güzellik için bir şeyler yapılmalı! İzleyip bırakmak için o kadar güzel ve bu o kadar acı verici ki. O kadar acı verici ve içinizi titretiyor ki. Şuan kimseye aşık değilim, kimseden hoşlanmıyorum, hayattan büyük beklentilerim ve hayallerim vardı, sıfırladım. Şuan sadece anın ve bazı güzelliklerin acı vericiliğinin keyfini çıkarıyorum. Yapmam gerekenleri yerine getiriyorum ve sonra yatağıma uzanıp ölümün beni gelip almasını bekliyorum. Alsın çünkü ben bu güzelliğe bakıpta hiç birşey yapamamaya, elimden hiç birşey gelmesine dayanıyorum evet ama çok fazla, çok fazla. Kafa derime kadar titriyorum, ürperiyorum. Gözlerimi sımsıkı kapatıp kendime sakin ol diyorum, geçicek diyorum. Geçmiyor, her zaman aynı tepkiler doğuveriyor.

Bir de bugün kuafördeyken bir şey keşfettim. Burası kızları ilgilendiriyor baylar, atlayın bakalım bu paragrafın devamını. Heh kızlar işte acı çekiyordum sizin anlayacağınız kuaförde, sonra acıyı hafifletecek bir yöntem buldum! Şimdi diceksiniz ki ne acısı, onda ne var ama yok işte ben dayanamıyorum canım çok tatlı :( Bulduğun yöntem, çok çok sevdiğim gay çiftini, okuyan 2 kişinin bildiği griyi düşünerek acıyı yok ettim! Onların sarılmalarını düşünmek o kadar sevgi dolu ki, acıyı yok etti!
Tabi kii okudunuz paragrafı beyler, biliyorum. Napalım, ben dedim..
Unfold me, I am small. Sanırım kendime hikaye yazmalık, ilham getiren şarkı buldum. O kadar huzurlu ki.
Şu son 2 aydır, bu dünya da en sevdiğim ve etkilendiğim şey bu.
Unutamıyorum, atlatamıyorum,geçmiyor işte geçmiyor!


25 Şubat 2013 Pazartesi

Hep çirkin kaldı




Eskiden, bazı şeyleri anlamıyordum. Ve en güzel son, mutlu son sanıyordum.
Sonu mutlu olmayan filmlerde üzülüyordum. Ama sonra anladım.
Sonu mutlu değildi, güzeldi. Sonu, aynen olması gerektiği gibiydi ve hüzünlüydü.
Gitme demedi çünkü tarzı değildi. Gitme demedi çünkü kişiliğine uymazdı.
Gitme demedi çünkü seviyordu.
Ama sevmek her zaman kal demek değil.
Sevmek her zaman git demek değil.
Sevmek, gözlerine bakmaktı.
Ve her zaman yeterliydi.
Sevmek, sevmeye değerdi ve yetinmesini bilendi.
Sevmek, her zaman yapılmamalıydı çünkü her zaman yapılan şeyler rutine dönüşürdü.
Rutinler sıkıcıydı.
En tepeye ulaşmak sıkıcıydı.
Kazanmak sıkıcıydı çünkü her şeyi kazandığını zannettiğinde her şeyi kaybetmekti aslında.
Tepeden, yerin yedi bin kat dibine çakılırken sevmekti, sevmek.
Aklındaki kelimeler dur durak diyemediğin için gecenin karanlığında burayı açmak.
Açmak ve yazmak, yazmaktı sevmek.
Sevmek mutlu değildi belki, evet ama sevmek de güzeldi.
Sevmek bizi mutlu etmezdi ama olması gerektiği gibiydi, hüzünlüydü.
Her son, sevginin sonu değildi.
Sevmek, her şey değildi.

Asla olmadı.

Her şey bizdik. Uğruna yaşadığım onca saçmalıktı her şey.
Sonu gelmeyen de oydu aslında.
Sonu gelmezdi ve çirkindi.

Hep çirkin kaldı.

23 Şubat 2013 Cumartesi

And they can't change

Just gonna cry because of this.
Nasıl bir aşk, görüyor musunuz ? Sarıldıklarında yüzlerindeki ifadeyi ?
Louis onu boynundan kendine çekerken Harry'nin o an o dudakları öpmek için neler verebileceğini ?
Kollarını arkadan ona doladığındaki mutluluk ve ona dolanma hissini ?
Bu giflerdeki aşkı hissediyor musunuz ?
Ben o kadar derinden hissediyorum ki kalbim parçalanıyor.
Sarılmaları.
Sanırım en çok sarılmalarını seviyorum.
Sarıldıklarında yüzlerinde beliren saf mutluluğu.



Daha fazla sevebileceğim birşey var mı bilmiyorum, bu sarılmadan daha fazla sevebileceğim.


He keeps him warm, he keeps him warm.

 God, snuggling. Kill me now.

Lütfen dudaklara bakın. Lütfen you're my life deyişini duyun.

Bu sadece iki yakın arkadaşın sarılması olamaz.
Hissediyorum, olamaz.

Louis ayağıyla ilgili bir sakatlık geçirdiğinde ve sadece 2-3 gün görüşemediklerinde..

Ben sadece aşka aşık oluyorum, over and over again.

Bu hareketin, kameralar olmadığından kaç kere öpüşmeye dönüştüğünü hayal edin.


Eskisi gibi ,böyle, olmaları için neler vermezdim.
It's breaking my heart.

21 Şubat 2013 Perşembe

And I just died today



I tried to understand. I tried to see other faces. But people always same. Always worthless as shit and it's not worth it at all. At first, I had some hope but he just take all of them turn them into a ash. Ash to ash. Dust to dust. Lust to lust. He was always looking at wrong sides of picture and he couldnt ever be able to see what's real and what's fake as a bitch. He couldn't see. Maybe she will show it, maybe some others will show it. But he's such a worthless mind in such a worthless body.He won't worth it and he won't worth that warm smile, that warm laugh.
Ama o öyle bir gülümseme ki içimi ısıtan, parlak yıldızlar gibi gözlerinin taa derinlerinden oynaşan.
Hayır hayır, o gülüş dudaklarda değil. Dudaklardan gözlere ulaşmak vardır ya, bahsettiğim o değil.
Gözlerden fışkıran bir gülümseme bu. Kafama ucu sivri lanet oklarını acımasızca fırlatıp beni sarhoş eden bir an, gülümseme.
Öyle bir gülümseme ki, dışardan bakan kişinin gördüğü ama taa içine bakanın farkına varamadığı gülüş.
Her Allah'ın günü, her lanet olası gün derinliklerine bakıp üstüne basılan, hakedilmeyen bir gülüş.
Irkları birbirine düşüren, evrende patlamalara sebep olan.
Ama bu onun aşkı da değil bahsettiğim.
Bu diğerinin ahmak bakışları, dokunuşları.
Bu kaybedilen mutluluğun sesi.
Bu yıldızların yere vurduklarında çıkardıkları kırılma sesi.
Bu ağlamanın sessiz hıçkırığı ve ben o hıçkırıkta boğuluyorum.
O sadece gözyaşlarını pınarlarından geri iterken, ben içinde dibe battığım gölde çırpınıyorum.
Dibe baktığımda onun yine ışıldayan gözlerini görüyorum.
O kadar acı veriyor ki bu sefer, dişlerimi birbirine bastırıyorum. Göğsümde, omuzlarımda, her yanımda bıraktığı kesikleri görüyorum.
Kesiklerden damlayan gözyaşlarının süzülüşlerini duyuyorum.
Gözyaşlarımın sesi, gözyaşlarının sesine karışıyor.
Çığlıkların kırmızı duvarlarda kayboluyor, akıp gidiyor. Solup gidiyor.
Sağır olmak istiyorum, kör, görmez.
Görmez olmak istiyorum ki görmeyeyim umutlarımın solan ışığını.
Parçalanan gülüşleri, ayrılan bedenleri.
Sıcak bedenler, Allen'ın dediği gibi.
Önce birbirine çarpıp ışık saçanlar, sonra dünyanın yörüngesini sarsan patlamalarla ayrılan.
Bedenleri birbirine dolanarak hıçrıkıyor, benim sessiz ruhum o gülümsemeye sarılıyorken.
En değerli gülümseme o. En değerli bakış ve aşık oluş.
Ve ayrılıklar bana fazla geliyor, derinlerde hissedebileceğimden fazla.
Parçalanan gülüşleri izliyorum, izlemiyormuş gibi yapıyorum.
İçimdeki umut sessizliğe gömülürken, parçalanan gülüşlerin her zaman bir başkası için iyileştiğini hatırlıyorum.



Sadece hayaller insanlar kadar yüzsüz değil.
Hayaller hiç unutmuyor. Hayallerin terketme alışkanlıkları yok.
Hayaller hep orda.
Sonra onları uzanıp alıyorum.
Diyorum ki ona "Sen, ölemezsin. Sen, beni terkedemezsin."
Neyse ki benimle kalıyor, kalıyor, kalıyor.
Ve ben inanıyorum, inanıyorum, gene inanıyorum.
Umutlarım tekrar ışıldayan çocuk gülümsemesiyle geri dönene kadar kalıyor.
Ben mutluluktan odamın derinliklerine gömülmek isteyip daha da göze bakarken yanımda kalıyor.
Asla gitmeyeceğini, terketmeyeceğini söylüyor.
Ama parçalanmış gülüşler inanmıyor. Hiç inanmadı.
Gidiyor gidiyor sonsuza kadar gidiyor.
Gitmek kelimesi eskiyene kadar gidiyor.
Gitme diyorum, gidiyor.
Bazen ayrılıklar bana çok fazla geliyor.
Olmayan ayrılıklar, hayallerin acıtamayacağı gülümsemeler istiyorum.
Ama buna bile sahip olamıyorum.
Böyle şeylerin beni parçalara ayırmasına, yok etmesine izin veriyorum.
Derinlerimde hissetmek istiyorum acıyı, acısını.
Değeri bilinmedi ki o gülüşlerin, buruşturup atıldılar.
Gençlik umutları, saçma parlayan ışıklar.
Güzel geldiler, haketmeyen gözlere ve haketmeyen yüzlere.
Ben başlattım, ben bitiriyorum.
Oysa bitirmemek için yapacağım şeylerin sınırlarını kimse bilmiyor.

Nobody knows real me,
And I just died today.

19 Şubat 2013 Salı

Nothing to lose




Bir sarki var, ismini asla vermem, paylasmak hala kolay degil ama o kadar guzel ki, persembeden beri EN alakasiz anlarda mirildandigim sarkiya dikkat edince o oldugunu goruyorum. O kadar guzel ki nakarati unutmak imkansiz. Bir sarki da ancak bu kadar kotu anlatilabilirdi ama zaten elimi kestim, kucuk bir kesik ama insani en cok acitan bu en kucuk ayrinti degil midir? Ustelik tam eklem yerine de yara bandini yapistirdim yani parmak şuan iptal. En sansli gunum ever. Bir kitaba basladim bugun, sanirim ondan o derece etkilendim ki bu yazi ona benzemeye basladi ama siz soyleyin bana kim onu okuyup etkilenmez? Zaten kitap benim gozumde 3884727292 times onde başladı hic bilmeden basladigim kitaplara gore ve zevkine %200 guvendiginiz birinin bir kitap hakkindaki yorumlarini duyduktan sonra nasil olur da aksini hissedebilirsiniz? Hissetmek zorunda degilsiniz -zaten neden olasiniz. Ben diyorum ki ben boyleyim, deliler gibi etkileniyorum, siz de belli bir yorum ve dusunceyle ilk defa birseye baktiginizda etkilenerek mi yorumlarsiniz yoksa etkilenmem mi dersiniz? Bu yuzden gun icinde en cok kullandigi cumlelerden "Dur dur ne dusundugunu soyleme once ben bakip fikrimi olusturayim" ayrica bence etkilenmedigini soyleyenler icin soyledir olay, bir seyi ya begenirsin ya begenmezsin ya da eh'tir senin icin. Iste o kisiler ya yorumunu duydugu kisiye katilir ya kisinin soylediginin tam tersini dusunur onu mantikli bulur ya da arada kalir. Gerci farkli yonlerden bakan insanlar da olabilir neden olmasin?  Cok cok farkli bakıs acisi getiren biri olur begenip begenmemekte sikisip kalmak yerine. Iste hayatımın özeti bu.Birşeye inaninca onu savunup kendimce anlatiyorum ama anlatirken bir yandan da dusunuyorum sonra "hee aslında şöyle de olabilir". Suan bunu gunluk konusmam da ne kadar cok yaptigimi farkettim. Eve gelince kendimi cok yorgun hissediyorum ve yataga birakinca bedenimi, o his vardir ya bir anda ama BIR ANDA gerşer ya insan. Butun vucuduna bir mutluluk yayilir. O cok guzel degil mi? Ve onun ardindan sessizce kapanan gozler, sozsuz bir kabulleniş. Evet o gun de aksam 7de misil misil uyuyup dominikin sarisin haline bakamayacaginiz yada o kitabi okuyamayacagiz ama cok cok huzurlu bir uykuya dalacaginiz kesinlesmistir. Dedim ki bir yazi yazayim ama aklima ne gelirse yazayim. Geometriyi cogu zaman o kadar sevmiyorum ki ayni konu matematikte olunca ezberliyorum ama hic unutmamacasina biliyorum o formulu. Geometri de o konuya gelince bir bakiyorum formul ucmus ustune ustluk geri de gelmiyor. Cik cik cik cik. Butun gun larry konusabilecegim arkadaslarim olsa dunyalar benim olurdu ama cogu arkadasim hala metal muzik dinlerken -ki resmen metal dinler diye adim cikmis oysa ben metal disinda dunya kadar saymak istemedigim ve isimlerini bilmeye de o kadar onem vermedigim muzik turleri dinliyorum- birden deliler gibi one direction fani olmami kaldiramadi. Arkadasim ben onceden de tokio hotel dinlerdim, avril lavigne dinlerdim hala da dinlerim ne bu benim muzigimi siniflandirma ve sinirlandirma istegin? Ben istedigim tarzi dinlerim ki bu fan girl olaylarinin ve bu tarz muzigin gercekten icimde olduguna inaniyorum, cok seviyorum.  Ee nolmus ? Hayir bir de neden yuzume gelip de dinledigim grubu asagiliyorsun? Ben o grubu dinliyorum FANIYIM gerizekali gelip bana onun hakkinda sacmalarsan kurekle vururum agzina. Hayir bana gelen insan soyle "ehehhehehehe olum one direction mi dinliyorsun ergen bunlar meheheheheh" simdi sen bana bu muzigi begenmedigini dinlemedigini ama insanlarin zevklerine saygi duyma olgunluğunda oldugunu o kadar guzel gosterdin ki seni opesim geldi canim benim canim caniiim *agzina kurekle vura vura oldurdu* Gecen bir kiz yazmisti ki sizin de telefonunuzda turkce klavye var ama kullanmiyorsunuz dimi iste sizi zekiler falan. Ustume alinip seyettim. Napalim yani resmen turkce karaktere gecince tuslar kuculuyor ve birbirine giriyor ve rahat yazamiyorum sana mi kalmis bana bunun hesabini sormak :)))) Ben yapmadigimdan degil bu yazida da bir suru elestiri var evet kabul ama gene de yanlis birsey. Kendi isimizle gucumuzle degil de insanlarin yanlislariyla ilgilenip onlari sosyal medyada soyleyecek kadar issiz insanlariz en nihayetinde. Ki guya ben buraya kitap okumaya geldim degil mii? Boyle yazilar nasil bitirilir hic bilmiyorum. Boyle yazilar kategorisi var midir acaba?  Yoksa biz yapalım.

16 Şubat 2013 Cumartesi

let me die with that movie

HELENE RESMEN BANA FİLMİ İZLEYİP İZLEMEDİĞİNİ SÖYLEMİYOOOOOOOOR KAFAYI YEDİM BURDA. AMA BÜYÜK İHTİMALLE İZLEMEDİ. İZLESEYDİ..................................



İZLESEYDİ ŞUAN BERABER BU MODDA OLURDUK.
HELENE İZLE ARTIK AŞKIM.

take my words and walk away

Ş'ye ve

Don't worry..'ye ithafen.

Bazen yazdıklarımız bizden, adımızdan daha büyük oluyor. Don't worry..'yi buraya yapıştırınca otomatik büyük geldi, ve gerçekten de öyle. Belki de başlıklar o yüzden büyük yazılıyordur.

I've got so much left to say but I'll take my words and walk away..

My words fall and they hit the ground.
Cause there's so much I wanna say.
I wanna say.


Ne kadar güzel söylemişsin orda " 'En iyi arkadaş' diye birşey yok aslında. Var mı? Naz bunu okumasın ama, şaka yauu. Var, Naz var:)" diye.
En yakın arkadaş var ama sonsuza kadar yok. Herkes birilerinin bir dönem en yakın arkadaşı olmadı mı ? Biz de olduk. Sonra Onur oldu, kıskançlıkla ve kötü bir anlamda söylemiyorum bunu. Sanırım hala Onur, emin değilim.
kimse sonsuza kadar kalmayacak, kimse sonsuza kadar kalma sözü vermemeli de. Bu kadar büyük ve her zaman için yalan olacak birşey söylenmemeli. Bu, adaletsizlik sadece. Ya o kişi size inanırsa ? İnanmamalı. Herkese söylemeliyim ve kimse bu yalana artık inanmamalı.

Herkes bir gün gider. Bir dizideki kızın lafıdır bu "people always leave" ve gerçekten öyle. Ama varlarken de o kadar varlar ve o kadar benliğimizin her köşesini dolduruyorlar ki bize sonsuza kadar kalacakları ilüzyonunu veriyorlar. Biz de gözlerimiz şası ve kulaklarımız tıkalı, yüzümüzdeki aptal gülümsemeyle sarılıyoruz ona. Kulağımızda çalan güzelim aşk şarkısının verdiği cesaret ve onun kollarının verdiği güven duygusu.
Peki ya o kollar omuzlarından sökülüp, uzaklaşıp giderken ne yapacağız ? Ben bunları düşünerek neden kafayı yiyorum. Her insanın gideceğini bilmek belki de kötüdür, kimsenin kulağına fısıldamamalıyım bunu belki de.
 Kimse bize neden söylemiyor önceden, herşeyin öncesinde herkesin gideceğini diye sorgulamamalıyım aslında. Ben ne yapacağımı ve neye inanacağımı nerden bilebilirim? Ben sadece 17 yaşında ve olmaması gereken olgunlukta bir kızım.
17 yaşında olmayan olgunluğum, içimdeki küçük kızın ağladığını her duyduğunda ne düşünmeli ? Kendisi daha ağlayamazken, o kızı nasıl teselli eder ?
İnsanlar, ben yüzümdeki gerçekçi gülümsemeyle o kızın önceki çığlıklarını susturmaya çalışırken, o kadar gidiyorlar ki benliğimdeki ilüzyonu ve benim benliğimi çekip götürmeye çalışıyorlar. İnsanların benliğini götüremezler belki ama benliğini çekip götürmeye çalışırken sarsılan bedenin ve o depremvari sarsıntıdan yara almayacağını zannettiğin ama en büyük zararı alan kalbin? Ya herkes bunu yaparken kalbinden parça parça çalıyorsa ve bir gün kimseye verecek sevgin kalmazsa ? Ama öyle de değil ki. O sevgiyi her zaman kalbinde buluyorsun bir başkasına vermek, onunda götürmesi ve ardından gelen büyük sarsıntı için. O kişi de mutlu gitmiyor belki, ama senden çalıp GİDİYOR. Şimdi ne saçmalıyor bu kız Allah aşkına ders çalışmak yerine ? Sadece, büyüyoruz Şehla ve büyüdükçe o kadar anlıyoruz ki. Seneye nerde ve kaç parça olacağımızı tahmin etmemiz imkansız. Hadi bu günün ilüzyonuna inanıp mutlu olalım. Elimizden en fazla bu gelebilir çünkü. Neyse ki mutluymuş gibi davranmak yok değil ama çoğu zaman kalbin kırıkken kendini saniyeler boyu mutlu hissedebilirsin. Anın tadı da burda. Hadi anı yaşayalım. Ne geçmiş, ne gelecek.

Ama bitirmeden önce sormak istiyorum o evden ayrılırken merdivenlere son kez sarıldın mı ? Sarılmadıysan ve hala yapabiliyorsan bunu, git yap. Onlar seni asla terketmez, seni terk etmeyen tek şey kalbi olmayan şeylerdir belki de. Eminim o korkuluk, merdiven asla kalkıp gitmeyecekti. Kalkıp giden sadece ama sadece insanlar olacaktı. Çünkü people always leave. Peki giderken ne söyledin ona ? Dönüp baktın mı ?

Sadece bir kaç noktaya parmak basmak istedim, eleştiri içermeyen bir yazıdır :)

Such a lovely face.

Tahir yine Tahir, bence.


Bu  yazı, sevgili arkadaşımın bu yazısına cevap olarak yazılmıştır. Tabi kii önce yorum olarak yazıyordum ama bazı şeyler var ki, ben onlara yorum yaparken kendimi kaybediyorum ve yorum olmaktan çıkıp başlı başına konusu olan bir yazı haline gelebiliyor. İşte o "şey"ler ,konular,  ne kadar güzel şeyler öyle.
Ama önce o yazıyı okumanızı tavsiye ederim çünkü bir çok alıntı yaptım, anlamanız için önce buraya alalım sizi.

"Babe, ben merkezcilik için "İster istemez sahibiz bu duyguya ve yaşam için de bu gerekli." demişsin ya, neden yaşam için de bu gerekli ? Yani "Bence gerekli değil, neden öyle düşünüyorsun" değil demek istediğim. Ben emin değilim öyle olup olmadığına, gerekçelerinle beni ikna eder misin anlamında.

Bu yazıyla senden ayrıldığım bir konu da var ki "Ben ona değer veriyorsam, o da bana değer versin. Anca böyle mutlu olmaz mı insan zaten? Kim ona değer vermeyen birini ciddi anlamda 'çok' sevebilir ki? "
Değer vermekle yani karşıdakinin değer vermesiyle sevme diye birşey var tamam haklısın.
Ama karşıdaki değer vermeden sevme diye birşey de var. Bana yok diyemezsin çünkü var. Yoksa zaten neden insanlar üzülsün? Neden karşılıksız sevgi, platonik gibi şeyler olsun. Karşıdaki sevmeyebilir ama bu senin sevmemen için bir engel değil. Bunlar mantıksız diyorsun evet mantıklı ama sevmekte mantıklı değil ki. Sevmek için illa ki bir sebebe sahip olman gerekmiyor. Sadece sevebilirsin. İnsanlık olarak, kişilik olarak, huy olarak nefret ettiğin bir insanı sevebilirsin ve bu nefret ettiğin şeyleri o yaptığı zaman sana çok tatlı gelebilir. Sevmek aslında dünyadaki en garip şey ve en mantıksız şey. "zaten neden olsun ki böyle bir şey? Ne mantıkla?" Sevginin mantıklı birşey olduğunu kim söyleyebilir ? Severken mutlu oluyorsun sadece bu.
Karşılıklı olursa da ÇOK mutlu oluyorsun. 

Aynen şurda söylediğin gibi
"Birisini severiz. Bir arkadaşımızı severiz. Neden severiz onu? Onunla hoş vakit geçirdiğimiz için, bizi mutlu ettiği için. İşte, 'BİZ'i mutlu ettiği için. "
Birisini severiz, BİZi mutlu ettiği için severiz.
Ama onu sevmek bizi mutlu eder bence. Çünkü sevmediğimiz biri bizi mutlu edecek birşey yapsa, diğeriyle mutlu olduğumuz kadar mutlu olur muyuz ?
Aşık olmadığın biri sana çiçek aldı diyelim. Mutlu oldun evet.
Aşık olduğun biri sana çicek aldı ? Aynı mutluluk mu ? Ama alınan şey aynı. 
Sadece sen o kişiyi seviyorsun, diğerini değil.

Bazen karşılıklı olmasına gerek bile yok. Çünkü sevmek seni o kadar mutlu ediyor ki, karşındakinin seni sevmemesinin verdiği acıdan bile mutlu olabiliyorsun. Onunla ilgili herşeyden mutlu olabilirsun. Eli kaldırıp saçını düzeltmesinden, yürümesine kadar herşeyinden mutlu olabiliyorken sana verdiği acıdan neden mutlu olamayasın ? 

Hatta aşkım bana mı öyle geliyor bir tek, yoksa yazının başındaki şiir bile senin söylediğini değil de benim demek istediğimi mi anlatıyor şu dizeler dökülürken:

Seversin dünyayı doludizgin 
ama o bunun farkında değildir 
ayrılmak istemezsin dünyadan 
ama o senden ayrılacak 
yani sen elmayı seviyorsun diye 
elmanın da seni sevmesi şart mı? 
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık 
yahut hiç sevmeseydi 
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? 


Zühre onu sevmeseydi artık, Tahir ne kaybeder ki Tahirliğinden ? 
Tahirin ne zaman bir Zühre'ye ihtiyacı oldu, Zühre'sini severken ?
Sevdiği zaten onun Zühre'si değil miydi, Zühre'yi severken ?
Tahir kendi sevmediği mi Zühre'yi ki Zühre ayrılırken kaybetsin birşey Tahirliğinden ?
Tahir'in ne zaman ihtiyacı oldu ki elmaya, ölsün karşılıksız sevgisinden ?
Tahir Zühreyi Zühreyle mi sevdi ? 
Zühresizken neden sevdi o zaman ?
Belki "sevgi" Tahir'i değiştirir ama Zühre asla.

Ayrıca toplumlarda sevgi öyle bir hal aldı ki, içler acısı. Öyle olmamasını dilerdim. Herşey için kullanılan bir kavram olmamalıydı sevgi. Zaten benim bahsettiğim şey de sizin - toplumun sevgisi değil. Zira o bir duygu değil - artık. Benim bahsettiğim Helene biliyor. Ve değerini de.

Şimdi yazarken aslında bana çok öznel geldi söylediklerim. Sen bana katılmayacak olabilirsin hatta direk katılmacaksın

But this is how I see the deal."

15 Şubat 2013 Cuma

Different

Different

Bir hikayeye başlayacağımdan bahsetmiştim. İlk bölümle burdayım. Hadi bakalım.

Sountrack - Bu adamın çok özel olduğuna inanıyorum. Sizde hissetmiyor musunuz dinlerken ?

Derece : NC-17. (17 yaşın altındakiler için uygun değildir.)
Özet : Kimse farkında değildir ancak o gece 7 gencin hayatı sonsuza dek değişecektir.
Karakterler: Harry Styles, Louis Tomlinson, Perrie Edwards, Stanley Lucas, Niall Horan, Zayn Malik, Liam Payne.
Çiftler: Harry Styles/Louis Tomlinson, Louis Tomlinson/Stanley Lucas
Kelime Sayısı : 804



1. bölüm - Beginning of the End





Gece soğuktu.
Özellikle tek başınıza çatıda dikiyorsanız, daha da soğuk.
Stan'a son günlerde birşey oldu. Evet herkes için son gün, büyük karar açıklanacak ve hepimiz heyecanlıyız ama Stan'de farklı birşeyler var. Neredeyse bir aydır, eskisi gibi değiliz ama bu hafta tamamen kafayı yedi. Konuşmaya çalışmak bile bir işkence.
Ama gece sessiz, soğuk kollarıyla Louis'yi sarıyor ve yalnız olmadığını hissettiriyordu.
Derken huzurlu sessizliği bölündü.
-Hey, sen de mi uyuyamadın ?
Bu çocuğu görmüştüm, yeşil gözlü ve bebek yüzlüydü. Adı neydii, hadi hatırlayabilirim.. Henry mi ? neyse..
-Aslında odadan kaçtım, herkes çıldırmış durumda.
-Bizim oda da aynı.. Bu arada ben Harry.
ve elini uzattı. Tanrım, çocuk uzun! Ona döndü ve başını kaldırıp gülümsedi.
-Louis.
-Üşüyorsun dostum, finallere kalmadan önce hastalanıp sesini kaybetmek mi istersen, al şunu.
dedi ve hırkasını çıkarıp verdi. Baştan çıkarıcı bir dolce gabbana kokusu Lou'nun etrafını sardı, farkında olmadan derin bir nefes verdi, birşey söylemeden aldı.
-İyi geceler, Louis.
Ve gitti.
Bu sefer gecenin soğuk kollarına değil, onun guzel kokusuna sarıldı. Kimdi bu cocuk?
Huzur verici bir kokuydu. Bunun ne kokusu olduğunu daha sonra anlayacaktı..


-


Lou onu daha önce bir kaç kere görmüştü, genelde Niall'la takılır ve ortalıkla çırılçıplak dolaşırdı. Kıvırcık saçları her zaman dağınık ve seksiydi. Ondan etkilenmemek mümkün değildi ama Lou bunun farkında değildi.
Telefonunun bzzlamasıyla düşüncelerinden uyandı. 
Stan - Nerdesin?
Sinirle odayı birbirin katmayı bırakıp yokluğumu farketmiş demek.. Hey, saçmalama. O her zaman senin yanındaydı ve şimdi senin sıran. Sadece, eskisi gibi değil artık.. Ondan milyonlarca kilometre uzaklaşmış hissediyorum. Artık birbirimize katlanamadığımızı hissediyorum.
Geldiğinde odanın kapısı kapalıydı ve hiç ses yoktu. Yavaşça kolu çevirdi. Leş gibi içki kokusu burnuna gelen ilk şey oldu. Yine mi ? Çok sık içki içiyordu ve Louis bundan bıkmıştı.
Başını kaldırıp uzun süre Lou'nun gözlerinin içine baktı.
-Özür dilerim, bebeğim. Çok stresliyim..
Kalkıp kollarını ona doladı, sarıldılar. Belki 10-15 dk.. 
Lou'nin aklı hala karanlık düşünlerle doluydu. Eski günlerimizi hatırlıyorum. Çok mutluyduk. Nerde benim sevgilim Stan ?
Yoktu artık.. Yarın, seçimlerden önce onunla konuşacaktı, bitirecek miydi ? Bilmiyordu.


Gece sarılıp, konuşmadan yattılar. Huzursuz bir geceydi, herkesin geleceğine yön verecek karara çok yakınlardı ve uyku yakınlarda değildi.


-


Harry hala çatıda dikiliyor, düşünüyordu. 
Onu daha önce hiç yalnız ve düşünceli -belki de hüzünlü görmemiştim. Her zaman o Stan denen çocukla kahkahalar atarak oradan oraya koştururdu..
Harry onun yaşam enerjisine aşıktı. Kahkasını duymaya ve buz mavisi gözlerinin neşeyle parlamasını görmeye.
Onu ilk gördüğünde, böyle olacağını tahmin edememişti, ondan başkasını gözünün görmeyeceğini.
Sevgilisinden ayrılalı 3 ay olmuştu. Şimdi ona dair anılarından eser yoktu ve son bir haftadır her yerde Louis'i görüyordu. Onu hep gördüğü çocukla konuşmaya çalışmıştı 3 gün önce. Louis'in adını ve hakkındaki bir kaç şeyi öğrenmişti, ama Stan'in üstüne atlayacağını tahmin etmemişti. Stan onu öpmeye çalışmış, Harry can havliyle onu üstünden atmış ve toz olmuştu. Sonraki günlerde onu gördüğü yerde ortamdan sıvışmayı da alışkanlık haline getirmişti. Stan'in düşmanca bakışlarını yakalıyor, ondan çekiniyordu.
Tanrım bu çocuk nasıl bu psikopattı ? Louis gibi biri onunla neden takılıyordu ?
Ama hava çok soğuktu ve Harry artık düşünmekten yorulmuştu. Hırkasını dayanamayıp Louis'e verdiği için donuyordu.
Louis.. Geniş gülümsemesini yüzünü kapladı ve gamzelerini ortaya çıkardı. Gecenin karanlığında onu izleyen sinsi gözlerin farkında değildi.

-



Perrie, onu 3 ay önce terk eden ama hala deliler gibi sevdiği sevgilisini izliyordu, çatının öbür ucundan. İlişkilerini başından beri gizli tutmuşlardı ama Harry her zaman ona sevildiğini hissettirmişti, Perrie bir gün onu terkedeceğini, yüzüstü bırakacağını asla düşünmemişti. Bunu Harry de yapmak istemezdi ama erkeklerden hoşlandığını kendine itiraf ettiğinde, dünyasının da altüst olacağını kabul etmişti. Perrie bilmediği şey buydu. Asla farkına varacak kadar dikkatli olmamıştı, Harry'i asla tam olarak anlamamıştı. Şimdi, intikam için geliyordu. Bunu Harry'nin yanına bırakmayacaktı. 
4 gün önce yaşananlar aklına geldi, bütün herşey buna bağlıydı..

-..işte böyle Stan, ayrıldık, beni bıraktı.
-Sana bunu nasıl yapar ? Bunun hesabını verecek!
-Yardım et bana Stan, ne yapacağız ?
-Tamam, hadi birşeyler düşünelim. Senin için herşeyi yaparım Per biliyorsun, beraber verdiğimiz onca savaşı unuttun mu ?

Onların eski ve köklü bir hikayeleri, geçmişleri vardı.. Okula yeni gelen garip çocuk ve okuldaki kaçık, her zaman üstü başı yırtık-kir içinde okula gelen kızın hikayesiydi bu. 
İkisi de gittikleri yere uyum sağlayamayan, yalnız çocuklardı. Stan, Perrie orda olduğu için çok şanslıydı. Perrie 7. sınıfta onu okulun zorbalarının elinden kurtarmış, onlara güzel bir ders vermişti. Ondan sonra okulda kimse onlarla uğraşmaz olmuş, kendi hallerine bırakmışlardı. 


Stan, uzun zamandır Harry'nin erkeklerden hoşlandığından şüpheleniyordu, belki de ilk başta onunla ilgilenmiş ama sevgilisi olduğunda vazgeçtiği için, onu uzun bir süre takip etmesine bağlıydı bu tahmin. Çünkü, Stan bunun doğru olduğunu biliyordu. O gece Perrie'yi öyle gördükten sonra bu işin üstüne gidip, Harry'nin gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya karar verdi. Bunun yanında, kendi ilişkisinin sallandığını biliyor ve kurtarmak için ne yapacağını bilmiyordu. Delirmek üzereydi! Şu sonuçlar açıklansın istiyordu, omuzundaki yük biraz olsun hafiflerdi.

Herkes için huzursuz ve boş gözlerle tavanın izlendiği bir geceden sonra günün ilk ışıklarıyla, gençler lanetler savurarak gözlerini açıyor, sürünerek yataktan çıkıyorlardı.


-










12 Şubat 2013 Salı

Mim severim demiştim.

Yine bir mim gördüm, kaptım geldim. Bu sabah okulda bu mimini okuyup çok sevmiştim, Alchemist'ten aldım. :)

Helene bebeğim senden de yapmanı bekliyorum bunu, talep ediyoruum :D


  • Siyah ve beyaz dışında sadece tek bir renk görebilecek olsaydın hangi rengi seçerdin ?
Böyle pudra tonlarından mor yada mavi olabilir. Bugün giydiğim tişörtün rengi diyeceğim ama sadece Helene anlayacak :)
  • Görmek istediğiniz 3 ülke ve neden ?
Aslında öyle karar verdiğim, çok sevdiğim 3 ülke yok.

İngiltere çünkü Larry yani, direk Larry :)
Amerika, çok hayal ettiğim birşey olduğundan değil ama gezmek isteyebilirim.
Finlandiya diyelim buna da, seviyorum..
Aslında açık olalım ben bu 3 ülkeye de gidip, Türkiye'ye gelmeyen, gelmeyecek grupların konserine gider dönerim galiba.

  •  Fandom'una dahil olduğunuz diziler, kitaplar, anime-mangalar, filmler vs ?
Çok uzun, ÇOK uzun cevabı olan bir soru ama ilk akla gelenlerden sayalım. One Direction- Larry ve Ziam, Supernatural Wincest ve Dastiel, Harry Potter'dan bir sürü var Dramione, Drarry, Snape/Herm, Lucius/Herm, Sherlock'tan doktor ve Sherlock tabi kiii, Tokio Hotel grubunun fandomuna dahildim çok uzun bir süre, Glee var çok ilgilenmekle birlikte Kurt/Blaine, Shameless Ian/Mick, Teen Wolf -Sterek.
  • Para sorun olmasaydı şu an nerede, ne yapıyor olurdunuz?
Geziyor, araştırıyor, öğreniyor olurdum ama para sorunu varken de bunların bir kısmını yapabildiğime inanıyorum. Benim için bir sorun değil zaten kağıt parçası. Kağıt parçalarına ihtiyacımız yok.
  •  Hangi tür müzikleri dinlersiniz ve sizin için özel bir yeri olan bir müzik parçası var mı ?
Tek bir tür söylemem çünkü çoğu kişi gibi ben de beğendiğim müziği dinlerim. Özel yeri olan parçalar da çok ve sürekli değişiyor ama böyle bir soru da aklıma gelen ilk parça şuan sürekli dinlediğim bu ve kalıcı olan, hep aklımda özel olarak kalan budur.
  • Eğlenmek için neler yaparsın ?
Okurum, dinlerim, tumblra girer giflere bakarım.. Gerçi bunları mutlu olmak için yapıyorum. Eğlenmek için birşey yapıyorum diyemem.
  • Evin yanıyor. Kurtaracağın ilk 3 şey ?
Bilgisayarım, cüzdanım ve hmm en önemli kitaplarımdan alabildiğim kadarı.
  • Hayatım da 'dönüm noktası' dediğin bir an var mı? Varsa seni nasıl etkiledi ?
Sevgili Alchemist'e katılmadan edemiyorum : "Çok küçüğüz be balım böyle 'dönüm noktaları' falan için :) Takmayın bunları kafanıza. "
  • Favori kitapların ?
Tabi ki var ama ben daha benim için "o" kitap olacak kitabı bulamadım. Sadece güzel kitaplar okudum. Harry Potter Serisi, Vampir Akademisi Serisi ilk aklıma gelen. 
  • En yakın arkadaş/larının nasıl insanlar olmasını isterdin ? 
Öncelikle insan olarak dürüst ve adaletli olması gerekir çünkü geri kalan insan grubundan nasıl tiksindiğim tarif edilemez. Mümkünse bin tane farklı yüzü olmasın, tek bir yüzle çıksın karşıma. Karşımdakinin ne olduğunu bilmeliyim. Yalandan bu kadar da nefret edilmez canım ben napıyorum ya. Ben hiç söylemiyor muyum, evet söylüyorum ama kendimden nefret de ediyorum bu yüzden. Beni çok sevsin tabii, yeterince gösterebilsin de bunu. Ama en önemlisi, beni anlasın. Yani, birşey söylerken aslında ne hissettiğimi, ne söylemek istediğimi benden iyi biliyorsa.. 
Birini tarif eder gibi hissettim yazarken, bunu hissedebilmem dünyadaki en güzel şey değil mi ?

9 Şubat 2013 Cumartesi

This Time

Bir mim gördüm ortalarda dolaşan, yapmak istedim. Anket tarzı şeyleri seviyorum. Öyle işte.


1. Hayatınızda mucize olarak değerlendirebileceğiniz bir olay geldi mi başınıza ?
- Hayır.


2. Hayatınızda aldığınız en büyük risk neydi?

- Büyük riskler aldığımı sanmyorum. Ve bu üzücü, değil mi ?

3. Almayı düşünüp de alamadığınız neler var?
- pas.


4 .Kıyafet konusunda takıntılarınız var mı? (asla beyaz giymem vs.)
- Çok fosforlu renkleri, abartıları, fazla açık şeyleri giymem.


5. Nefret ettiğiniz huylar ya da insanlar ?
- Çok takıntılı bir insanım aslında. Ağzını şapırdatanlar, derste fısır fısır konuştuğunu zannedip deli gibi gürültü çıkaran kalın sesliler kısaca sessizlikte rahatsız edici sesler çıkaran herkes.

Yalancılar, ikiyüzlüler, utanmazlar....
Bu liste bitmez ki. Sevdiğim insan neden az diye soruyorsunuz bir de, siz cevap verin bana.

6. Sizi en net tanımlayan kelime hangisi ?
-Kapalı (kutu)

Birine kendimi açmam o kadar zor ve uzun sürüyor ki.

7. Hayata yeniden gelme şansınız olsa hangi ülkede doğmak isterdiniz?
- İngiltere olsa güzel olurdu inkar edemem ama yine de ülkem güzeldir.


8. Tek başına insan keyif almak için neler yapabilir?
- Müzik dinleyebilir.


9. Nikah masasında evleneceğiniz kişiden hayır cevabı alsanız?
- O artık ölü bir insan.


10. Ölümden sonra olan hayata inanıyor musunuz?
- Evet.


11. Sizi yazmaktan soğutan olaylar?
- Daha iyilerini görüp kıyasladığım zaman çok soğuyorum.


12. Kendinize robot bir sevgili yapsanız, ona hangi özellikleri eklemek isterdiniz?

- Zeki olsun ki anlasın beni. Aptal insanlara katlanamadığım bir gerçek.

13. İnsan kaderini mi yaşar, kaderini mi yazar ?
- İkisi de.


14. Aklınıza gelen ilk ingilizce kelime hangisi?
- Run.


15. Bir kitap yazsanız adı ne olurdu?
- İnsanlar.


16. Blogger olmasa şuan gerçekleştirdiklerinizi nerede gerçekleştiriyor olurdunuz?
-Başka bir sitede, forumda falan heralde.


17. Birinden hoşlanıyorsun ama hoşlandığın kişi en yakın arkadaşından hoşlanıyor, arkadaşınsa boş değil ona karşı. Ne yaparsın ?
- Ne yapayım ? Baştan vazgeçerim hiç uğraşmam.


18. İnternette sahip olduğunuz ilk takma isim neydi?

- misskaulitz, hatırladığım kadarıyla.

Yapmak isteyen herkes yapsın, yorum olarak da yazarlarsa yaptıklarını bakarım elbette. :)